30 Mart 2014 Pazar

Oyumu kullandım


Sabah kahvaltımızı Kaya Termal Otel'de yaptık. Yakala.co'da fırsat vardı. Açık büfe kahvaltı. Saat 8'de kalktık gittik, tıka basa yedik, malum açık büfe :) Yedik değil de yedim desem daha doğru olacak, eşim her zamanki gibi yedi. Ama ben sınırları zorladım :) Açık büfe olunca aklıma Cem Yılmaz'ın dedikleri geliyor. İnsanın gözü dönüyor gerçekten :)

Sonra gittik oyumuzu kullandık. Çoook önemli bir seçim ülkemiz için. Umarım ülkemiz için hayırlı olan olur. Okul çok kalabalıktı, 1 saate yakın bekledik. Şansımıza hep önümüze yaşlılar, hamileler, çocuklular vs. geldi. Bir de insanlar kabinde ne yapıyorlar anlamadım. Gircen, basacan mührü, koycan zarfa çıkacan kardeşim. Bazıları bir giriyor, 5 dakikada çıkmıyorlar. 

Akşam seçim sonuçlarına kilitlenicez. Aslında umutsuz ve mutsuzum bu konuda ama umarım ülkemiz için iyi olur. Yarın yine hastanelerde olucam. Nefret ediyorum hastaneden :(

29 Mart 2014 Cumartesi

29 Mart Cumartesi Saat: 20:30 - 21:30 DÜNYA SAATİ


İklim değişikliğini hatırlamak hatırlatmak için...
Doğal kaynak kullanımının sınırlarını çizmek için...
Canlı türlerinin yaşam haklarını koruyabilmek için...
Çevre duyarlılığı ve yaşanabilir bir dünya için...
Çocukların ve kendin için...
DÜNYAYA OLAN SEVGİNİ GÖSTERMEYE VAR MISIN?


Dünya Saati Nedir?


2007 yılında Avustralya'da binlerce kurum ve milyonlarca insan ile birlikte sembolik yapıların ışıklarını bir saatliğine kapatarak, iklim değişikliğiyle mücadele için tüm dünyaya çok önemli bir mesaj verdi: hepimiz tek evimiz, gezegenimizin karşı karşıya olduğu, başta iklim değişikliği olmak üzere çevre sorunlarıyla mücadele etmek için acilen adım atmalıyız! 

Avustralya'da 2 milyondan fazla insan ve 2.000'den fazla kurum katılımıyla başlayan Dünya Saati kısa bir sürede 7 kıtadan, 150'den fazla ülkeden, 7.000'den fazla şehirden binlerce insana ulaşarak bugün dünyanın en büyük çevre hareketinin adı olmuştur.

Dünyanın sembolik yapılarından Sidney Liman Köprüsü, Toronto'daki CN Kulesi, San Francisco'daki Golden Gate Köprüsü, Roma'daki Kolozyum, Çin Seddi gibi küresel öneme sahip birçok simge, hızla büyüyen bir kampanyanın umut simgeleri olarak karanlıkta kaldı. 

Türkiye'de Dünya Saati


Ülkemizde 2008 yılından beri WWF-Türkiye tarafından yürütülen Dünya Saati, 2010 yılında katılım açısından önemli ilklere sahne oldu. 230'un üzerinde kurum ve yaklaşık 5.000 kişinin katıldığı Dünya Saati'ne Boğaziçi Köprüsü ışıklarını kapatarak destek verdi. 2011 yılında 20.000'den fazla kişi ve 250'nin üzerinde kurum dünyanın geleceği için güçlerini birleştirdi. Boğaziçi Köprüsü'nün yanı sıra Ankara Opera Binası ve Kastamonu Kalesi de yerini aldı. 2012 yılında ise Türkiye'de kendi rekorunu kıran Dünya Saati'ne 75.000'den fazla insan ve 400'ün üzerinde kurum katıldı. Boğaziçi Köprüsü ile birlikte Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Dolmabahçe Sarayı ve Saat Kulesi, Beylerbeyi Sarayı, Küçüksu Kasrı, Galata Kulesi, Aya Sofya Müzesi ilk defa Dünya Saati için ışıklarını kapattı. 2013 yılında #dominoetkisi kampanyasıyla 70.000’den fazla insan kampanyaya destek verdi. Türkiye’nin farklı şehirlerinden onlarca sembolik yapının ışıkları kapandı. 

1 ülkeden 7 kıtaya Dünya Saati: Kısaca tarihçe…


31 Mart 2007, 19:30-20:30


Dünya Saati, Avustralya'nın Sidney kentinde başladı. 2 milyondan fazla insanın ve 2.100 kurumun katıldığı Dünya Saati, ulusal ölçekte bir kampanya olarak planlanmışken, dünyadaki diğer şehirler Avustralya'dan yükselen çağrıya kulak verdi. 

29 Mart 2008, 20:00-21:00


35 ülke ve 371 şehrin katılımıyla gerçekleşti. 50 milyondan fazla insanın katıldığı tahmin ediliyor. 

28 Mart 2009, 20:30-21:30


88 ülkeden, 4.000'den fazla şehirden yüzbinlerce insanın katılımıyla gerçekleşti. 

27 Mart 2010, 20:30-21:30


Rekor sayıda ülkenin katımlıyla gerçekleşti. 128 ülkenin katıldığı Dünya Saati'nde insanlar, küresel iklim değişikliği konusunda harekete geçmek ve sürdürülebilir bir geleceğe doğru yol açmak için tüm dünyaya net bir mesaj vermiş oldu. Asya Pasifik'ten Avrupa'ya, Afrika'dan Amerika'ya kadar pek çok ikonik yapı ışıklarını kapatarak Dünya Saati'ne destek verdi. 

26 Mart 2011, 20:30-21:20


135 ülkenin katılımıyla kendi rekorunu kıran Dünya Saati, ilk defa insanların kampanyaya katılmalarının yanı sıra bir saatin ötesinde yapabilecekleri değişimleri düşünmelerini sağladı. 

31 Mart 2012, 20:30-21:30


Tüm dünyada 157 ülkeden 7.000'den fazla kentin ve 1 milyardan fazla insanın katılımıyla yeni bir rekor kırdı. Kampanya 2009 yılından beri en büyük büyümeyi kaydederken, insanların gerçek bir değişim yaratmak için bir saatine ötesinde neler yapabileceğini düşündürtmeye devam etti. 

23 Mart 2013, 20:30-21:30


Dünyanın en büyük çevre hareketi olan Dünya Saati yedi kıtayı bir araya getirdi. 150’den fazla ülkede milyonlarca kişinin katılımıyla rekora imza attı. Türkiye’den çok sayıda Valilik, kurum, birey ve sembolik yapının katıldığı Dünya Saati’nde alınan kararların domino etkisi gezegenimiz için birlikteliğin gücünü ortaya koydu. 

KAYNAK VE DAHA FAZLASI İÇİN TIKTIK



Hastane günlüğü

Dün gece saat 22 civarı babam aradı ve sonda çıktığından beri idrarını damla damla yaptığını, sızlama ve yanma olduğunu söyledi. Dün gece kasıklarındaki yanmadan uyuyamamış. Ablamın tanıdığı bir doktora sorduk durumu. Hemen hastaneye götürmemiz gerektiğini, idrarın kana karışma riski olabileceğini, büyük olasılıklı idrar çıkışında bir tıkanıklık olduğunu söyledi. 

Babam Urla'da biliyorsunuz. Gece 10'da çıktık, babamı Urla'dan hastaneye getirdik İzmir'e. Hastanede tekrar sonda taktılar. 1 litre su içirdik babama. Ama yok, idrar çıkmıyor. İyice endişelenmeye başladık. Sonra sondayı değiştirdiler. Vee, idrar sonunda boşaldı. Bir çişi gördüğümde bu kadar sevineceğimi düşünemezdim. 2 gün daha sondayla kalsın dediler. Pazartesi günü ameliyat eden doktorla görüşmemizi söylediler. Kan tahlili sonuçları da gayet iyiydi. Babam sondanın tekrar takılmış olmasına baya sıkıldıysa da yapacak bir şey yok. Neden böyle oluyor yaa. Neden yolunda gitmiyor, hep bir sorun çıkıyor? Doktorlar, ameliyat yerinde ödem oluşup, idrar yoluna baskı yapabileceğini söylediler. Çıkış yaptığımızda saat 03:00 civarıydı. Babam tabi ki evine dönmek istedi. Zaten Pazar günü oyunu orada kullanması gerekli. Yine çıktık yola, tekrar Urla, tekrar İzmir derken saat 05:00 civarı yatağa girdim. Çok yorgunum, kendimi kötü hissediyorum. Endişeliyim.


28 Mart 2014 Cuma

Kitap Güzelleştirir :) Kütüphaneler Haftası Etkinlikleri


1964'ten beri Mart ayının son pazartesi günü ile başlayan hafta kutlanıyor Kütüphaneler Haftası. Haftanın amacı, öğrencilerde okuma alışkanlığını ve zevkini geliştirmek, kitap sevgisini artırmak, okuyucuların kitaplardan daha çok faydalanmalarını sağlamak ve halkı kütüphanelerin gelişmesi için bilinçlendirmektir.
Hafta süresince kütüphanenin önemi, kütüphaneciliğin sorunları kamuoyuna duyurulur. Okullarda kütüphanenin yararlarından söz edilir. Kütüphanelerde uyulması gereken kurallar öğretilir. (Kaynak, Vikipedi)  
Bu yıl, 31 Mart -06 Nisan 2014 tarihleri arasında kutlanacakmış. Ne kadar etkili oluyor bu etkinlikler, amaca ulaşabiliyor muyuz sorgulamak lazım.  İzmir etkinlikleri için TIK.
Üniversitede okurken bayılırdım kütüphanede çalışmaya. Kitap kokusu, her yer kitap dolu. Sabahtan girer akşama kadar kalırdım. Çok çalıştığımdan mı :) Yoo sadece kitaptan kitaba atlardım, biri sürü kitabı önüme yığar, koklaya koklaya, ondan ona geçerdim. Lisedeyken de okulumuzun yakınında vardı kütüphane. Lisede okuduğum kitabı hayatımın hiçbir döneminde okumamışımdır. Derslerde sürekli kitap okurdum, sürekli kitap alırdım kütüphaneden. Hey gidi hey, üniversiteden beri kütüphaneye gitmiyorum. 
Bayıla bayıla baktığım kütüphane fotoğraflarıyla bitireyim. Kitap her yeri güzelleştiriyor be, öyle devasa yapılar, muhteşem binalara da gerek yok. Kitabın olduğu her yer güzel. Okuyalım, güzelleşelim :)

Çek Cumhuriyeti Klementium Milli Kütüphane

Danimarka Kraliyet Kütüphanesi

Hollanda Utrecht Üniversitesi Astronomi Kütüphanesi

Kanada Vancouver Merkez Kütüphanesi

Meksika Jose Vasconcelos Kütüphanesi

Daha fazlasını görmek için TIK.


26 Mart 2014 Çarşamba

Kadın ve Erkeklerde Kegel Egzersizi

Babamın geçen haftaki ameliyatından sonra dün sondasını çıkarttık. Babamın en çok endişe ettiği şey ise, ameliyattan sonra idrar kaçırma problemi olmasıydı. Doktorumuz, açık ameliyata göre riskin çok daha az olduğunu ancak belli bir süre bu problemin olabileceğiydi. Sondasını çıkardıktan sonra da her ihtimale karşı yetişkin bezi aldık. Dün akşam babamla konuştuk, morali oldukça bozuktu. Hiç hissetmiyormuş çişi geldiğinde, beze baktığında ıslak olduğunu görüyormuş. Olacak bu normal dedim ama canı epey sıkıldı. 64 yaşında babam. Oldukça hareketli bir hayat tarzı var ve bundan sonraki hayatını bez bağlayarak geçirmek onun için bir kabus.

Doktor, ameliyattan sonra erkeklerde kegel egzersizinin nasıl yapılacağını anlatan bir not verdi. Bu egzersizi sonda çıktıktan sonra düzenli yaptığı takdirde, kasların daha hızlı bir sürede normale döneceğini söyledi.

Kegel egzersizini biliyordum ve aklıma geldikçe de yapmaya çalışıyorum. Kadınlarda ilerki yaşlarda idrar kaçırma problemi, idrar torbasının sarkması gibi problemler oldukça sık yaşanıyor. Bu gibi problemlerle karşılaşmamak için kegel egzersizini düzenli bir şekilde yaparsanız büyük faydasını göreceksiniz. İstediğiniz her an yapabilirsiniz ve hiç kimse de farketmez. 

Kegel egzersizleri pelvik tabandaki PC kaslarını sıkan, esneten ve bırakan kas yapıcı egzersizlerdir. Bu kasların tıbbi ve cinsel açıdan pek çok önemli işlevi vardır. İdrar ve dışkı tutamama yararlarına ek olarak, gebelik, sezeryan geçirmiş kadınlarda PC kaslarını kuvvetlendirmekte de faydalıdır. Erkeklerde ayrıca sertleşme ve erken boşalma problemlerinde de faydalı olduğu görülmüş. Kadınlarda da cinsel yönden daha şiddetli orgazmlar ve daha sıkı bir vajina gibi artıları var.

Nasıl yapılacağına gelirsek; öncelikle mesaneyi tamamen boşaltıyorsunuz. Pelvik kaslarınızın nerede olduğunu bilmiyorsanız, çişinizi yaparken birkaç saniye tutun. Bunu kesinlikle çok sık yapmayın, çünkü zararlı. Sadece pelvik kaslarınızı nasıl çalıştıracağınızı öğrenmek için. Sonra bu sıkma bırakma olayını oturduğunuz yerde ya da yatarak yapabilirsiniz. Sıkıyorsunuz, 10 saniye öyle tutuyorsunuz, sonra yavaşça bırakıyorsunuz, 10 saniye kadar da serbest bırakıyorsunuz. Bunu 15 kez tekrar edin, 3 set yapın. Gün içinde birkaç sefer yaparsanız daha iyi olur. İşte bu kadar. Bu egzersizin vajinaya parmak sokarak yapılanı da varmış ama hiç denemedim :) Düzenli yaptığınız takdirde 4-6 haftada etkisini görüyormuşsunuz. İdrar kaçıranlar, idrar torbası sarkanlar özellikle sürekli yapmalılar. 


25 Mart 2014 Salı

Mim de neyin nesiymiş derken :)

İlk kez mimlendim, sevindirik oldum. Sevda' ya teşekkür ediyorum beni layık gördüğü için. Sıkı takipte olduklarıma gelirsek ; 


23 Mart 2014 Pazar

Yeter artık yeter lannnn


Ne biçim bir ülkede yaşıyoruz yaa. Bu atraksiyona dayanmıyo artık bünyem benim. Depresif, şizofrenik,  psikopat olucam az kaldı. Yakında toplu intiharlar başlıcak böyle giderse. Her dakika gündem değişir mi kardeşim. Her dakika yeni bir pislik çıkar mı yaa. Valla camı açıp yeterrrrr diye bağırasım var. Al şimdi de savaş çıkaracak neredeyse kendi olaylarını örtmek için. Yatıyorum, kalkıyorum, yeni bir ses kaydı. Bakalım bugün kimlerin pislikleri dökülmüş, saçılmış diye uyanır oldum. 

Cidden merak ediyorum, şu anda dünya üzerinde bu kadar sık gündem değiştiren bir ülke var mıdır? Kafayı yememek elde değil. Bazen amannnn diyorum, canımı sıkıyorum da ne oluyo sanki, boooşverrr. Sonra yine boktan bişiler oluyo, sinirim zıplıyor. Biraz mutlu olacak gibi olsam yine bir şeyler çıkarıyor sayın uzun adam. 

Twitter, mwitter kazıcam hepsini dedi. Hadii yaaa, o kadar da değil dedim evde sırıta sırıta. Anaa bir baktık aynı gece dediğini yapmış. Ben ki bilgisayardan pek anlamam. Şu an DNS, VPN bilmem ne hepsini öğrendim sayesinde. Twitter'a 1,5 senedir hiç girmeyen ben, sırf bu yüzden yazıyorum valla.

25 Martta ne çıkacak ciddi anlamda merak ediyorum. Mitinglerde falan habire yatak odasından bahsediyor, bu kadar lafın üstüne şahsen +18'lik görüntüler bekler hale geldim. Adam resmen kendi icraatlarını! hasır altı yapmak için savaşa bile sürüklücek ülkeyi göz göre göre. Bir de alkışlıyorlar bu hüloğğcular bunun savaş çığırtkanlığını. Gidin madem efendim siz savaşın, hazır kefenle falan gidiyorsunuz mitinglere. Gidin o bayıldığınız muhaliflerle birlikte allahuekber, hüloğğğ nidalarıyla kelle kesin. Toplanın gidin arkadaşım, ülke temizlenir belki. Nasıl bir kafa var bunlarda yaa, alkışlıyorlar. 

22 Mart 2014 Cumartesi

Blackfish - Orca Tilikum'un Hikayesi

2013 Amerika yapımı 83 dakikalık bir belgesel. Katil balina Tilikum'la beraber, gösteri amaçlı kullanılan tüm deniz hayvanlarının esaretle geçen hayatlarını anlamak için izlemelisiniz. Gerçekten yürek dayanmıyor, vicdanım sızlıyor.

Tilikum, 1970 yılında yakalanmış ve bir balina. Balinalar, zekaları oldukça yüksek, oldukça kuvvetli aile bağları olan hayvanlar. Tilikum annesinden ayrılalı tam 44 yıl olmuş. 2 yaşından beri 5,5 tonluk gövdesiyle bir havuzda kapalı. Doğal hayatlarında günde yüzlerce kilometre yüzen bu sosyal hayvanlar, küçücük havuzlara kapatılıyor gösteri uğruna. 

Belgesel, balina eğitmenlerinin deneyimlerini anlatmalarıyla sürüyor. Anlamadığım ve neden diye sürekli kendime sorduğum şey şu: Nasıl olur da bu insanlar bu işi yaparken yanlışlığın farkına varmazlar? Nasıl olur da o hayvanlarla o kadar yakın ilişki içersindeyken anlamazlar ne kadar büyük bir zulme ortak olduklarını?

Tilikum, 3 eğitmenin ölümüne sebep olmuş. Şu an hayatta mı bilmiyorum ama internette aradığımda en son 2013 yılının bir haberi vardı ve hala o havuzda gösteri yapmaya devam ettiği şeklindeydi. Ne kadar acı verici. İnsanlar bunun yanlış olduğunu nasıl göremez, anlamıyorum. Nasıl olur da onu izlemekten mutluluk duyarlar? Çocuklarını eğlensin diye götürürler? Devasa bir hayvan, onun boyutlarına göre ufacık bir havuzda esir. Bu zulüm değil de nedir? 

Lütfen yunus parklarına, hayvanların kullanıldığı sirklere, hayvanat bahçelerine gitmeyin. Hayvan sömürüsü inanılmaz boyutlarıyla hayatımızın her yerinde. Et sektöründe, giyim sektöründe, eğlence sektöründe. Hayvan özgürlüğü konusu kesinlikle özgürlükler halkasının en zoru. Hatta umutsuzluğa kapılarak imkansız olduğunu bile düşündüğüm oluyor ve vicdanım sızlıyor yapılanlar karşısında. Lütfen bu zulme ortak olmayın. Bu dünya sadece bize ait değil. 



Belgeseli izlemek için TIK

21 Mart 2014 Cuma

Herkes kendi evinde rahat


Babam hastaneden çıktığından beri benimle evde. Urla'da açık havada, yemyeşil yerde, hayvanlarıyla beraber yaşamaya alışmış biri, dört duvar arasına girince bunalıma girer tabi. Adamcağız resmen sudan çıkmış balığa döndü. Zaten yerinde duramayan hiperaktif biridir babam. Köyde de sürekli çalıştığından, evde sürekli yatmak ona çok zor geldi. Haftaya salı günü sondası çıkana kadar bende kalacaktı. Tı diyorum çünkü artık dayanamadı adamcağız, eşim Urla'ya götürdü bugün, salı günü tekrar dönmek üzere. 

Sabah 06:30'da bir sesle uyanıyorum bakıyorum babam kalkmış elinde idrar torbasıyla geziniyor evin içinde. Sıkıntıdan patladı adam. Duvarlar üstüme geliyor, ben bir daha şehirde yaşayamam diyor. Haklı tabi, öyle bir yerde yaşadıktan sonra insan kapalı duramaz evin içinde. Ne kadar rahat ettirmeye çalışsak da sıkıldı tabi. 

Her zaman dediğim gibi herkes kendi evinde rahat. Ben de asla rahat edemem, annemin, babamın evi de olsa. Nereye gidersek gidelim dönüp evimde kalmak isterim. Tabi zorunlu durumlar da mümkün olmayınca epey sıkılıyorum. Ben de babam gibi evim evim güzel evim diyorum ve onu kesinlikle anlıyorum. 

Oturduk babamla karşılıklı bütün gün tv izledik, Erdoğan mitinglerini izledik, sinirden çıldırdık, ne diyeceğimizi bilemedik. Dün akşam twitter mwitter açıklamasından sonra ben "yok daha neler, onu biraz zor yapar" dedim ki, sabah bir kalktık hakkaten kökünden kazımış twitter mwitterı. Bizi nasıl günler bekliyor, neler yaşayacağız ilerde, dehşet içinde kalıyorum. Konuşmalarını dinledikçe korkuyorum, irkiliyorum. Bak mesela şu an tvde YSK tarafından yasaklandığı söylenen ve %100 çalıntı olan AKP reklamı yayınlanıyor. Akp'ye yasak sökmüyor yani. Gerçi twitter'a da yasak sökmedi de. Ülkenin bu durumu ciddi anlamda bozdu psikolojimi. Hiçbir şey yapmak istemiyorum, sürekli bir umutsuzluk hali. Aha yine çıktı aynı reklammmm. Aggghhhhhhhh !!! 

Erdoğan'ın unutulmaması gereken sözleri


  • Elhamdülillah şeriatçıyız.
  • Ananı da al git buradan.
  • Gemi var gemicik var.
  • Ben çevrecinin daniskasıyım.
  • Kız mıdır kadın mıdır bilemem.
  • Dindar bir gençlik yetiştireceğiz.
  • Demokrasi amaç değil araçtır.
  • İki ayyaşın yaptığı yasa muteber oluyor da dinin emrettiği bir yasa sizin için neden reddedilmesi gerekiyor.
  • Evinde zor tuttuğumuz %50 var.
  • Hem laik hem müslüman olunmaz, ya müslüman olacaksın ya laik.
  • 23 Nisan'da koltuğa oturan çocuğa; Artık başbakansın, asarsın da kesersin de...
  • Tıksırıncaya kadar içiyorlar.
  • Ataya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok.
  • Her 10 Kasım'da yaygara koparıyorlar.
  • Demokrasi bizim için tramvaydır.İstediğimiz durağa gelince ineriz.
  • Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir lafı koskoca bir yalan, egemenlik kayıtsız şartsız allahındır.
  • Bir tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye, millet isterse tabi ki gidecek be.
  • (şehit yakınlarına) Askerlik yan gelip yatma yeri değildir.
  • Nükleer riskliyse evdeki tüp de riskli.
  • Sayın Öcalan düşüncelerinin değil, almış olduğu kellelerin hesabını ödüyor.
  • Yurdu demir ağlarla ördük dediler. Marş okumakla Türkiye raylarla donanmıyor. Ne ördünüz yahu, biz örüyoruz.
  • Mahkemenin başörtüsü ile ilgili söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır.
  • Twitter, mvitter hepsinin kökünü kazıyacağız.  Uluslararası camia şöyle der, böyle der, umurumda değil.

20 Mart 2014 Perşembe

Babacığımın ameliyatı...


Sanki yıllardır yazmıyor gibiyim buraya. Ne zamandır da okuyamıyorum yazılanları. Pazar günü yatışını yaptık babamın. Pazartesi de ameliyat oldu. Şimdi benimle evde kalıyor. Haftaya salı günü sondasını çıkarmak için tekrar hastaneye gidicez. Pataloji sonuçları da 15 gün sonra çıkacakmış. Şimdilik her şey yolunda. Ameliyat çok iyi geçmiş. Babam da gayet iyi şu anda. Açık ameliyat olmadığı için toparlanması çok daha kısa sürecek. Şimdiden epey hareketli zaten. Babam hiperaktiftir, yerinde duramaz. Urla'da toprakla hayvanlarla uğraştığı için evde yatmak epey sıkıyor onu ama yapacak bir şey yok. Bir süre sabredecek. Ben de izin aldım. Sonda çıkana kadar beraber evdeyiz. 

Hastane sürecini anlatmak istiyorum. Maalesef sağlık sistemine, doktorlara olan güvenim kökten sarsıldı. Babam emekli ve sağlık güvencesi var, ama ameliyat robotla olduğu için devletin karşılamadığı bir miktar var, 4 bin lira robotun kolları için üniversiteye bağış yapmak durumunda kaldık. Bunu zaten doktorumuz ilk muayeneye gittiğimizde söylemişti, biz de bunu kabul etmiş ve parayı ayarlamıştık ablamlarla beraber. Hastaneye yatış yaptığımız gece saat 22:00 civarında doktor babama haber göndermiş. Eğer ameliyatın tümüne kendi doktorunuzun girmesini istiyorsanız 2000 lira daha yatırmanız gerekiyor diye. Babam zaten sıkıntıda maddi konuda bize yük olduğunu düşündüğü için. Ameliyat olacağının önceki gecesi böyle bir şey söylenir mi hastaya. Adam tabi epey sıkıldı, stres yaşadı. Ben babamın yanlış anladığını düşündüm önce. Sabah gittiğimizde öğrendik ki, doğruymuş. Eğer ameliyatın tümünü doktorun yapmasını istiyorsak doktora prim yatırmamız gerekiyormuş. Doktor geldi, gayet rahat bir şekilde bunu söyledi. Biz de bunu bize söylememiştiniz dediğimizde "o zaman hiç sıkmayın kendinizi, yatırmayın parayı, ben ameliyatın kritik noktalarında bulunurum" dedi. İnanın, insan ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırıyor. Bir yandan birkaç saat sonra ameliyata girecek doktora ne söyleyeceğini, nasıl söyleyeceğini şaşırıyorsun, çünkü adam babamı ameliyat edecek, onun ellerinde her şey, bir yandan da yaşadığın siniri, yapılan saçmalığı haykırmak istiyorsun ama kendini tutmak zorundasın. Ne demek ameliyatın kritik noktalarına ben girerim. Ameliyat robotla yapılan bir ameliyat. Bu robotun eğitimini almış sınırlı sayıda insan var. Yani ameliyatın tümü kritik ve bizzat ehil kişilerce yapılması gerekli. Yani doktor başlayacak, açacak, içine girecek, sonra bu işin acemisi insanlara bırakacak, kritik bir şey olursa müdahale mi edecek? Bu nasıl bir sistem? Neyse el mahkum, kabul ettik. Tamamına siz girin, parayı yatıracağız dedik. Ameliyat güya sabah olacaktı. Saat 12:00 gibi babamı ameliyathaneye aldılar. Saat 14:00 da doktoru ameliyathaneye yeni girerken gördüğümüzde şok geçirdik tabi. Meğer işi çıkmışmış, yeni giriyormuş. Saat 15:30'da bitti ameliyat. Doktor çıkar çıkmaz parasını yatırıp yatırmadığımızla ilgilendi. O sırada para yatırmaya gittik ve bir sürpriz daha. 900 lira daha çıktı veznede yatırmamız gereken. Sabrımıza son noktayı da bu 900 lira koydu. Resmen sinirden çıldırdım. Doktora gittim açık açık konuştum. Baştan her şeyi konuştuğumuzu, sadece 4000 lira gerektiğini, kardeşlerimle birlikte bu parayı topladığımızı, ameliyat olacağı gece 2000 bin lira daha istediğini, bunu da borç harç topladığımızı, değil 2900 lira 2002 lira bile veremeyeceğimizi, bunun insanların çaresiz durumundan faydalanmak olduğunu söyledim. Doktor güldü ve tamam 2 bin lirayı da yatırmayın, iptal ettirin dedi. Gerçekten insanı perişan ediyor bu durumlar. Sonuç olarak, doktor 2 bin lirayı da iptal ettirdi. Ama yapılanları düşündükçe insanlara olan güvenim, doktorlara olan güvenim tamamen yok oldu. 

Bu prim sistemi dedikleri sisteme göre, öğretim görevlisine mesai saatleri dışında ameliyat için, muayene için ekstra ücret ödüyorsunuz. Ama işin sarsıcı kısmı şuydu. Doktorumuz, mesai saatleri içinde yapacağı ameliyatı bilerek ve planlayarak erteledi. Saat 12:00'da ameliyathaneye aldığı hastayı 2 saat narkoz vererek bekletti ve saat 14:00'da ameliyata girdi. Ve mesai saati  bitimi olan 15:00 dan yalnızca yarım saat sonra da ameliyat bitti. Yani mesai saatlerinin dışına kaydırıldı ameliyat böylece. Yani yapılan iş kurallara uydurulmuş oldu. Yarın bir gün sen şikayet falan edersen, hayır mesai saatinin dışında ameliyat yaptım ben diyebilmek için. 

Doktor-hasta ilişkisi güvene dayalı olmalı. Babam hastaneye yattığı gece bizim doktora olan güvenimiz sıfırlandı. Ve ertesi gün zerre kadar güven duymadığımız doktorumuza babamızı teslim ettik. İşinin ehli olabilir, o konuda uzman olabilir. Ancak yaptığı ufak hesaplar, hastayı hasta olarak değil müşteri olarak gören zihniyeti tüm güveni sarstı. Acaba ameliyatın tümüne girecek mi, acaba öğrencilere bırakır mı, soruları arasında ameliyathane kapısında bekledik. 

Pazartesi gecesi babam yoğun bakımda kaldı. Sonrasında bir gece hastanede kaldık ve ertesi gün taburcu olduk. Açık ameliyatla kıyaslanamayacak bir iyileşme süreci bu. Sonuç olarak şimdilik her şey yolunda. Umarım pataloji sonuçları da güzel çıkar ve bu illetten kurtulmuş oluruz. 

12 Mart 2014 Çarşamba

Tanrısız Ahlak - Walter Sinnott Armstrong



Çook uzun zamandır elimde sürünen bir kitap. Üstelik sadece 123 sayfa olmasına rağmen. Kötü bir dönemime denk geldiğinden oldu biraz. Biraz da kitaptandır belki :) Şöyle ki, sayfa düzeni epey yorucu geldi bana. Yazı boyutu çok küçüktü ve dili de biraz sıkıcı. Konu itibariyle ilgimi çekti. Konu kitabın adından da anlaşılacağı üzere dinler ahlakın kaynağı mıdır? Tanrısız ahlak olur mu? Dinler olmasaydı tüm insanlık ahlaksızlık içinde perişan bir halde mi olurdu? Yazarımız hem ateist hem de ahlaklı olunabileceğini gayet bilimsel bir tartışma üslubuyla aktarıyor. 

Ahlakın kökeni, ahlak-din ilişkisini daha önce "Bonobo ve Ateist" kitabında da okumuştum. İtiraf etmeliyim ki o kitabı çok daha fazla sevdim. Benim görüşüm ise; ahlak kesinlikle bir dine, bir tanrıya bağlı değildir. İnsanın içinden gelen, özbenliğiyle, empati yeteneği ve vicdanıyla ilgili bir kavram. Eğer etrafınıza bakarsanız ne demek istediğimi çok net görebilirsiniz. Ne dindarlar var ki ahlaktan nasibini almamış. Henüz ahlak kavramının ne anlama geldiğinden haberi olmayan, ahlakı sadece iki bacak arası mevzularından ibaret sayan, din kisvesine bürünüp de binbir türlü ahlaksızlığı, vicdansızlığı, hırsızlığı yapan dindarlardan bahsediyorum. 

Neyse, bu konu aslında çooook uzatılabilecek bir konu ama hiç yazasım yok şu anda. Bu kadar olsun.

Berkin...

15 yaşında bir çocuk, 269 gün komadan sonra 16 kilodayken öldü. Gezi parkı olayları sırasında kafasına atılan gaz fişeğiyle öldürüldü. Sorumlular, polise emri ve yetkiyi verenler ne dedi. "Polisimiz destan yazdı". O çocuğun annesi, babasının yerine koyun kendinizi. Biraz vicdanınız varsa tabi. Ama öyle umutsuzum ki bu konuda, şu anda iktidar sahiplerinin değil vicdan, onur, haysiyet, şeref ve ahlaktan nasiplerini almadıklarını düşünüyorum. Hissedilenleri anlatmaya kelime bulamıyorum artık.  

10 Mart 2014 Pazartesi

Kedi patisi kıvamında bir haftasonu... İki Film Birden: "God on Trial" - "3096 Tage"


Hafta sonları neden bu kadar hızlı geçer? Zaman kavramı kesinlikle bulunduğunuz ortama, zamana, hatta çevrenizdeki kişilere göre değişiyor. Size sıkıntı veren ortamda ve sıkıntı veren kişilerle birlikteyseniz hiç geçmez. Sevdiğiniz insanlarla, yanlarında kendiniz olabildiğiniz kişilerle beraber olduğunuzda, tatil günleriyse nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. 

Haftasonu evdeydim, evcilim, evde oturmayı, evimle ilgili bir şeyler yapmayı, yayılıp tembellik yapmayı, değişik tatlı tarifleri denemeyi seviyorum.  Az biraz temizlik, çokça tembellik, internet, tv, bol uyku. Çocuksuz olmanın dayanılmaz hafifliğinde geçirilmiş bir haftasonu. 


İki film izledim. Biri "God on Trial" diğeri ise "3096 tage". God on Trial, yahudi soykırımı sırasında Auschwitz toplama kampındaki yahudilerin, bulundukları durum için tanrıyı sorumlu tutmaları ve aralarında oluşturdukları bir mahkemede tanrıyı yargılamalarını anlatıyor. Dikkat çekici diyaloglar vardı. 3096 gün ise, yaşanmış bir hikayeden filmleştirilmiş. Kaçırılan bir çocuk, evinin altına özel bir oda yaptırmış bir ruh hastası tarafından 8 yıl  tutuluyor. 10 yaşında kaçırdığı kız, bir genç kız olduğunda cesaret edip kaçabiliyor elinden. Ruhum daraldı izlerken, gerçek bir olaymış. Bu etkisini daha da artırıyor tabi filmin.  Filmi izlerken öyle kasmışım ki kendimi, kızın kaçma girişimlerinde nefes alamadığımı farkettim. Kızın eline birçok fırsat geçiyor aslında kaçabilmek için, ama kız kaçamıyor. Sanırım öğrenilmiş çaresizlik diye buna deniyor. 

İnternetimiz kotalıydı bu ayın başına kadar, artık sınırsıza geçtik. Kotalıydı ama her zaman kotayı aştığımız için hiçbir faydasını göremedik, üstelik sınırsız internete ödeyeceğimizden çok daha fazla ödedik. Neyse işte, sınırsıza geçmenin rahatlığıyla kotanın anasını ağlatıyoruz. Ne izleyeceğimi şaşırmış durumda, siteler arasında aç gözlü bir şekilde dolaşıyorum.

Bizim kız haftasonları evde olduğumuzdan keyifli oluyor. Agresif değil, yumuş yumuş oluyor. Uyuyor boyuna zaten. Bayılıyorum patilerini avucuma alıp sıkmaya. Ne kadar yumuşak, sıcak. Tabi onun sabretme sınırına kadar :) Bizimki öyle bildiğiniz kucak kedilerinden değil, canı istediği zaman, canının istediği kadar sevebilirsin. Durman gereken zamanı ya bileceksin, ya da yiyeceksin tırmığı :) Yumuş yumuş patilerle bitireyim yine yazımı :)


5 Mart 2014 Çarşamba

Tüket, harca, savur, mutlu ol.



Çocukken çok nadir yaş pasta girerdi evimize. O kadar net hatırlıyorum ki sevincimizi. 3 kardeş, heyecanla annemin pastayı paylaştırmasını beklerdik başında. Demek, kavga çıkardı ki, ona çok verdin, bana az verdin diye, annem cetvelle keserdi pastayı. Evet, annem pastayı cetvelle, santim santim eşit keserdi, hiçbirimizden itiraz duymamak için. Hak geçirmemek için. Biz de 3 kardeş, masanın etrafında heyecanla payımızı beklerdik. Muz da heyecan yaratan yiyecekler listesinin başındaydı. Muz yerken bitmesin diye neredeyse yalayarak yerdim :) 

Dün Ayşe'nin yazısını okuyunca, boğazıma bir düğüm atıldı. Bizler, yetinmeyi bilen, “yok” ne demek bilen, azla mutlu olan son nesliz sanırım. Şimdiki çocukları görünce bunu daha iyi anlarsınız. Çocuklara o kadar çok oyuncak alınıyor ki, yeni bir oyuncakla oyalanma ve mutlu olma süreleri 10 dakikayı geçmiyor. Hep daha yenisi, hep daha iyisi, en son çıkanı alınıyor. Aman çocuğum eksik kalmasın, eksiklik hissetmesin. Ben görmedim, çocuğum görsün, ben yaşamadım, çocuğum yaşasın diyerek çocukları doyumsuz bir tüketim canavarı haline getiriyoruz.

Önceden, anne babaların eski eşyalarını kullanan çocuklardı, şimdiyse çocukların eski telefonlarını anne babalar kullanıyor. Ablam, 13 yaşındaki kızının artık beğenmediği kıyafetlerini (evet, yeğen biraz irice:) giyiyor, eski telefonunu kullanıyor.

Ne oldu da böyle olduk? Bir şey alırken “buna gerçekten ihtiyacım var mı?” diye sorarım kendi kendime. Pek çok şeyi almaktan da bu soru sayesinde vazgeçerim. Tüketme dürtüsü, iliklerimize kadar işledi, işletildi. 

Geçen gün bir video izledim. 20 dakikalık kısa bir belgesel tadında. Çok da güzel. Tüketim kültürü, eşyaların üretim ve tüketim aşamaları üzerine harika bir anlatım. Bence mutlaka izleyin. Video için TIK.

4 Mart 2014 Salı

Saçma bir ikilem


Kaç gündür kitap okumuyorum, tek satır bile. Hayır, içim içimi yiyor, okumadığım için. Ama okumak da gelmiyor içimden. Öyle salakça bir ikilemdeyim. Okumak isteyip de okuyamamak. Kafa sanırım fazla meşgul. Hani okursunuz okursunuz sayfalarca, sonra bi bakarsınız ki dakikalardır gözler okusa da beyin başka yerlerde dolanıyor. Gerçi ben o aşamaya bile gelemedim. Çünkü kitabı elime almadım bile. 1 aya yakın zamandır okumamışım. Neyse, bugün bu ikilemi kıracağım, kararlıyım.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...