29 Aralık 2014 Pazartesi

Bir yılbaşı klasiği; yeni yıl kararları...


1 - Birinci maddeyi değiştirmeyeceğim. Yine daha fazla kitap okuma konusundaki kararım öncelikli olarak dursun.

2 - Bu sene belki liseden beri yapmadığım bir alışkanlığıma geri dönmeyi düşünüyorum. Defter tutacağım. Liste defteri. İzlediklerim, okuduklarım ve diğer küçük notlara dair küçük bir liste defteri. 

3 - El işi yapmaya başlayacağım, bir şeyler üreteceğim. Ne olursa, örgü olur, el işi pano olur. Kanaviçe ayraç yaptım birkaç tane, o kadar mutlu etti ki beni. El becerimi geliştireceğim.

4 - Beni mutlu eden şeylere daha fazla zaman ayıracağım, mutsuz eden şeylerden ve kimselerden uzak duracağım. 

5 - Bu kötülüklerle dolu dünyada, değiştiremeyeceklerimi düşünüp ümitsizliğe kapılmak yerine, elimden geleni yapıp, mutlu olmaya çalışacağım. 

6 - Daha az atık, daha çok enerji tasarrufu, doğa için daha çok çaba...

Bu sene de bu kadar olsun. Yapamayacağımız şeyler bir gecede yapılabilir hale bürünmeyecek, bunu hepimiz biliyoruz, ama yeni bir yıl hepimizin içinde bir kıpırtı yaratmıyor mu? Bir davranışı alışkanlık haline getirmek için o davranışı 21 gün boyunca sürdürmek gerekiyormuş. Yazdıklarım aslında kendi hayatımda çok da marjinal değişiklikler yapmamı gerektirecek şeyler değil. Çoğu zaten halihazırda yaptığım  davranışlar. Yenilik olarak yapacaklarım için bir motivasyon olarak burada dursun bu yazı, itici bir güç, bir teşvik olarak kalsın.

Yılbaşında ablacımla, yeğenimle ve kocacımla evde yiyerek, içerek geçireceğiz bir aksilik olmazsa. 

Eşimin piyano konusundaki müthiş gelişiminden bahsetmedim değil mi? O halde size iyi yıllar dileklerimizi görüntülü sesli iletelim. Bu performansın 3 haftalık dersin sonucu olduğunu da gururla söylemeliyim. Hepinize mutlu, sağlıklı, huzurlu yıllar dilerim. 



24 Aralık 2014 Çarşamba

2014 yılı değerlendirmesi


2 tane yılbaşı kartı aldım dün. Ceren ve Jardzy'den. Çok sevindirik oldum, çok teşekkür ederim. Ben de el yapımı kartlarımı tamamladım, ufak detaylar kaldı, bu akşam tamamlayıp yarın postaya veriyorum. El becerimin çok iyi olduğunu söyleyemem, yaptım bir şeyler, sonra da çok beğendim. Seri üretime geçtim :D 

Geçen sene yıl sonunda 2014 için bir liste yapmıştım. Şimdi değerlendirme zamanı geldi. O yazı için buraya tık.  

Madde 1 Daha çok kitap okuyacağım. Yatmadan önce okumayı alışkanlık haline getireceğim. (Bu madde yeni yılda alınan kararlar arasında en popüler olanlardanmış.)
Başarısız. Daha çok kitap aldığım kesindir ama daha çok okumadım. Yatmadan önce okumayı alışkanlık edinme kısmı da başarısız üstelik :(

Madde 2 : Uykuyu çok sevmeme rağmen, daha az uyumaya, daha çok yaşamaya çalışacağım.
:( Bu da başarısız. 8 saatten az uyudum mu kendime gelemiyorum.

Madde 3 Ev işlerine daha fazla vakit ayırmaya, evi daha temiz tutmaya çalışacağım. Yakında biz de tüy yumağı çıkarır hale gelebiliriz :)  
Başarılı ilk madde. Bu yıl daha temiz olmayı başardığımı düşünüyorum. 

Madde 4 : Daha sabırlı ama daha net ve kararlı olmaya çalışacağım.
Sabırlı, net ve karalıyım :)

Madde 5 : Makyajımı çıkarmadan yatağa girmeyeceğim. Evet, yapıyorum bunu ve sabah kendimden tiksiniyorum.
 Hala makyajımı çıkarmadan yattığım günler oluyor, bu da olmadı :(

Madde 6 : Çok klasik bir yeni yıl kararı ama daha fazla egzersiz yapmaya çalışacağım. En azından haftasonları sabah kalkıp yürüyüş yapmaya üşenmeyeceğim. Tamam şöyle diyelim, üşenmemeye çalışacağım :)
 Allaaa, başarısızlık abidesi seçileceğim bu gidişle. Egzersiz konusunda da sistemi oturtamadım :( Yürüyüşe çıktığım haftasonları oldu ama düzenli bir egzersiz programı falan hayal :(

Madde 7 : Daha fazla yazmaya çalışacağım. Kişisel tarihimin defteri burası benim için, ne kadar çok yazarsam o kadar iyi olacağını düşünüyorum.
Yazma konusunda da belli bir istikrarım olduğunu düşünüyorum. Bunu da başarılı sayabilirim :)

Madde 8 :İş yerimde sınav açılırsa yükselmek için elimden geleni yapacağım, çok çalışacağım.
 Sınav hala açılmadı ama söylentisi bile yetti. Çalıştım, çalışmaya da devam edeceğim. Aslına bakılırsa, kitap okuma sayımdaki düşüşün sebebi de bu madde. 

Madde 9 Yapmacık olmamaya devam edeceğim. Bunun sonu yalnızlık ve sevilmemek olsa da dürüst kalacağım.
Hiç şaşmaz :) Başarılı madde.

Madde 10 Tohum, meyve çekirdeği ne bulursam toprağa kavuşturacağım. Doğa için elimden geleni yaptığımı düşünüyorum ama daha fazlasını yapmaya çalışacağım. Daha az atık üretip, daha çok tasarruf yapacağım. 
  Tohum falan ekmedim :( Ama az atık üretme ve geri dönüşüm konusunda kesinlikle başarılı olduğumu düşünüyorum. 

Madde 11 : Kafa ütüleyen çevreci ya da vejetaryen olmak istemem ama daha fazla insanı bilinçlendirmek için elimden geleni yapacağım. Çevre ve hayvanlar için bir şeyler yapıyor olmak pek çok insanın gözünde marjinal olmakla eşittir. "Yavvv bu kadar sorun varken otla böcekle uğraşıyor bu enteller, püegh" v.b cümleleri duymayan yoktur sanırım. 
  Bu konuda da başarılı sayacağım kendimi. Etrafımdaki birkaç insan da olsa, değiştirebildiğim kişiler var. Farkındalık kazandırma konusunda başarılı olduğumu hissettiren o kişilere minnettarım. 

Madde 12 Çok istiyorum umarım yapabilirim; bu sene daha fazla para biriktirmek istiyorum. Lütfen buna imkanım olsun. Hayallerimdeki bahçeli eve kavuşmak için biraz daha para istiyorum. Mümkünse yılbaşında piyango çıkabilir, böylece hemencecik hallolur :)
  Para biriktirme konusunda bir adım attım, bireysel emeklilik. Ama bu sene planda olmayan masraflar da çıktı, tüm birikimlerin harcanması gerektiği sağlık problemleri gibi.  Yine de, tutumlu kadınım, bu maddeyi de başarmış sayacağım :)

Madde 13 : Korktuğum için sürekli ertelediğim 20'lik diş çekimimi bu sene yaptıracağım. Kesinnnn.
  İşte başarılı bir madde daha :) Dişimi çektirdim ama ne oldu, bir tane daha varmış diğer tarafta. O da seneye :)

Madde 14 : Bu sene 52 kiloya ulaştığımı görünce binbir çabayla verdiğim 4 kiloyla idealim olan 48 kiloya ulaşmıştım. 2014 yılında da 48 kiloyu korumaya, en fazla 50 olmaya kararlıyım.
Kısmen de olsa başarılıyım, 50 kiloyum şu anda. Son aylarda sömürdüğüm açık büfeler olmasaydı 48'de de kalabilirdim :)

 O kadar da kötü değilmişim ya, 10 maddede başarılı sayılabilirim. 2014 yılı benim açımdan pek de iyi bir başlangıç yapmadı. Babamın hastalığı, ameliyatı ve sonrasında yaşadığımız sıkıntılar, epey bunaltıcı bir süreçti. Ama son aylar kendimi mutlu, şanslı ve huzurlu hissettiğim zamanlardı. Uzun zamandır hissetmediğim kadar mutlu ve olumluyum son aylarda. Olumlu bakış açısı kazanmanın yollarını buldum sanırım sonunda. 

2015 için dileklerim başka bir yazıya kalsın, çok uzattım.

17 Aralık 2014 Çarşamba

Durum Bildirimi

Bu tek bacağı olmayan Kaleiçi kedisi gibiyim şu anda. Bir parçası eksik ama yine de halinden memnun. Eşim ve Üzüm'ümden ayrı Antalya'lardayım. "Yine de memnun" kısmı şu nedenledir hemen açıklamak isterim, eşim alınmasın. Ne yiyeceğim derdi yok, yemek pişirme derdi yok, bulaşık yok, temizlik yok, iş yok. Yemek yapmayı gerçekten sevmiyorum, "ne pişirsem" diye düşünmekten ise nefret ediyorum.

Sabah 9 akşam 5 arası derslere giriyoruz, İzmir grubu olarak 14 kişiyiz, Türkiye'nin çeşitli illerinden gelen yaklaşık 150 kişiyle beraberiz. Kendi grubum dışındaki hiç bir insanla tanışma gereği duymayarak kimseyi şaşırtmadım :) Doğam gereği ne kadar az insan tanırsam o kadar memnunum. 

Pazar sabahı iş arkadaşımla beraber geldik ve sadece o gün için gündüz gözüyle gezme fırsatımız vardı. Ve ben yine Kaleiçi'ne gittim çünkü arkadaşım orayı görmemişti. Hava mükemmeldi, Kaleiçinde çektiğim tek fotoğraf da bu sevimli mi sevimli kedicikti. Boynunda boncuk tasması vardı halıların üzerine sere serpe yatmıştı. 

Pazartesi zaten eğitim programı başladı ve gündüzlerimiz doldu. Dün akşam grupla çıkma planı yapıldı ancak "nerde çokluk, orda bokluk" sözünü bir kere de biz doğrulamış olduk. Kimimiz gezmek, kimimiz bir mekanda oturup bir şeyler içmek istedi, gereksiz yerlerde uzun molalar verildi, gruptan kopanlar beklendi derken grubu gezmek isteyenler ve oturmak isteyenler şeklinde ikiye böldük. Oturmak isteyenler grubuna dahil olarak, gidilen mekanı hiç hazetmedim. Ve dönüş yolu tam bir işkence şekline büründü. Üniversite yurdu misali girişlerimiz saat 23:00 la sınırlanınca, saat 21:00'da kalktık ve bir saatlik otobüs yolculuğuyla -üstelik sıkış tepiş bir otobüste ayakta- döndük. Herkesin mutsuz olduğu bir grup gezmesiyle giriş yaptık yurt görünümlü tesisimize. 

Bu fotoğraf da gece gezmesi Kaleiçi'nden. Böylece son bir ayda Kaleiçini 4.kez ziyaret etmiş oldum. Bisiklet ne kadar fotojenik bir alet değil mi? Sarmaşıkların içine gizlenmiş sokak lambasının da ağaç görünümüne bürünmüş olması da görüntüye çekicilik katmış.

Laptopumuzun bozulduğunu yazmıştım, yeni bir laptop aldık, yıllar sonra gelen burs paramla. İyi ki yanımda getirmişim, akşamları film izliyorum, Sims oynuyorum. Asosyal bir insan olarak yemek yedikten sonra odama çekilmek bana daha huzurlu geliyor. Aynı kendim gibi bir oda arkadaşı da bulmuş olmaktan ayrıca memnumun. Aynı zamanda iş yerinde nadir sevdiğim ve anlaştığım bir insanla aynı grupla gelmiş olma şansı da sevindirici bir olaydı benim için. Yoksa bu bir hafta pek de iç açıcı geçmeyebilirdi. Gereksiz konuşmayan, kalabalık sevmeyen, sevimli bir kız kendileri. Çok konuşmuyor olması bile sevmem için başlı başına bir sebep aslında. 

Kaldığımız tesis, kurumumuzda amirimiz konumundaki kişilerin yaz aylarında faydalandığı bir tesis. Odalar çok çok iyi olmasa da, yemekler fena değil. Bir ayda ikinci açık büfe vakasıyla bünyem yağ depolamaya devam ediyor. Kış aylarına güvenerek ben de yedikçe yiyorum. Ama kilo aldığım gerçeği fazlasıyla moralimi bozuyor. Döndüğümde bu gidişe bir dur diyeceğim, söz.




Geldiğimiz günle bugün arasındaki hava değişimi bu şekildeydi. Yine de şanslıyız, geçen hafta çok berbatmış Antalya. Çok sevdim ben Antalya'yı. Doğasına bayıldım, özellikle Beydağlarının görünümüne ve falezlerine. 

150 kişilik grupta öyle tipler var ki... Kızın biri her gün öğlen ve akşamları farklı olmak üzere dikkat çekici renklerde mini etekler ve acayip ayakkabılar giyiyor. Saçlar çiğ sarı tabi ki belirtmeme gerek dahi yok :) Bu tip organizasyonlar, sanırım bekar insanlar açısından büyük bir nimet. Bekar erkekler gözleri fıldır fıldır dönerek sosyalleşmeye çalışırken bekar kızlarımızdan bazıları da bu şekilde dikkatleri üzerinde topluyorlar. Takdir ettiğim bir azmi var kızcağızın. Sabahın köründe düğüne gider gibi giyinip makyaj yapıyor, en az 10 cm topuklularla fink atıyor, akşam yemeklerinde kostüm değiştiriyor. 

Sylvia Plath "Günlükler" e başladım. İyi şeyler okudukça yazmaya utanır hale geliyorum. Sonra "burası benim günlüğüm, edebi bir iddiam yok ki" diyerek devam ediyorum :) Güzel yazan insanlara büyük hayranlık duyuyorum. 

Uçakta Dalyan'ı ve İztuzu plajını gördüm tepeden, hayran kaldım. Yeryüzünü uçaktan izleyince çok acayip şeyler hissediyorum, ne kadar küçük ve değersiziz. Bu kadar küçük ve değersizken nasıl da harap ediyoruz her şeyi. 

Böyleyken böyle durumlar. Yazışırız yine :)

8 Aralık 2014 Pazartesi

Durumlar...


Evdeki laptop bozuldu. Biraz daha dayanacağını umuyorduk ama olmadı, sizlere ömür. Telefondan internete girmeyi, yazı yazmayı hiç mi hiç sevmiyorum o yüzden en kısa zamanda bilgisayar almamız gerekiyor. Piyanonun üstüne al sana bir masraf daha. Gecikmeli gelen burs parası da yerini bulmuş oldu böylece. 

Eşim ikinci dersini de aldı dün. Bence çok çok iyi gidiyor, çok da azimli. Her gün saatlerce başında piyanonun. Bu iş olacak yani :)

Haftaya Antalya'dayım. Sabah 9 akşam 5 ders olacağı için pek de eğlenceli geçmeyecek yani. Eşim Üzümle evde yalnız kalacak. Evlendiğimizden beri ilk defa yalnız kalacak. Ben kaldım ama onun için bir ilk olacak. Benim gibi yalnız kalmaktan hoşlanan bir insan olmadığı için çok sıkılacağını düşünüyorum. Neyse, o da biraz yalnız kalsın bakalım :) Özlesin beni :) Evlilikte arada bir ayrı kalmak ilişkiyi tazelermiş.

Haftasonu evde hediye hazırlamakla uğraştım. Kendime sinir oldum çokça. Gerçekten beceriksizim ya, öyle böyle değil. Kırtasiyeye gittim, simli kartonlar, defterler falan aldım. Gittim bahçedeki çam ağaçlarından yapraklar kestim falan. Maksadım yılbaşı kartı hazırlamak. İnternette de gördüm nasıl yapıldığını, bir kolay bir kolay, o kadar da güzel oldu ki. Ama iş yapmaya gelince birden işler değişti. Allahım rezil ettim kartonu da, ağacı da. İğrenç oldu, sinirimden ağlayacaktım nerdeyse. Sonra yırttım yırttım attım, her yer de sim oldu, ona da ayrı sinir oldum. Vazgeçtim kart yapmaktan. Ama hayatımda bir ilki gerçekleştirdim, el işi bir şeyler yapmayı becerdim. Neyse bugün de kargoladım gitti, umarım beğenirsin Sevgili Jardzy :) Senin yaptıkların yanında çok sönük kaldı ama olsun. 

5 Aralık 2014 Cuma

Mim - Me Time


Yasemin sağolsun, mimlemiş beni :) İşte benim cevaplarım;


1- Yalnızken ne izler ve okursun?
Bana yeni bilgiler edinmemi sağlayan belgeselleri izlemeyi severim, "cosmos" gibi.
Okumak zaten yalnız yapılan bir eylem değil mi?

2-Kendine ayırdığın zamanda ne giyersin?
Rahat, salaş şeyler.

3-Sık kullandığım güzellik ürünleri?
Nemlendirici, göz kalemi, allık.

4-En sevdiğin oje?
En sevdiğim ojem yok. Tatildeysem uçuk kaçık renkleri seviyorum.

5-Kendine ayırdığın vakitlerde ne yer ne içersin?
Yemek yapma konusunda çok hevesli ve yetenekli değilim. O yüzden yalnızken yemek yapmakla uğraşmak yerine kahvaltı ve tost hazırlar yerim. Maksat karın doyurmak :) 

6- En sevdiğin mum?
Mum severim, her türlüsünü ama en sevdiğim diye bir marka şekil bu kategoride de yok :)

7- Yalnızken dışarıda vakit geçirir misin?
Geçiririm. Özellikle alışverişi yalnızken veya mümkün olduğunca az insanla yapmayı severim. 

8-Tek başına sinemaya gider misin?
Ergenliğimde çok giderdim. Şimdi sinemaya çok nadir gidiyorum :( Benim için yalnız sinemaya gitmek, dolaşmak sıkıcı değil, aksine keyiflidir. Bilmiyorum ki kaçıncı baskı olacak, yalnızlığımı seviyorum :)

9-En sevdiğin alışveriş sitesi?
İdefix, d&r, gitti-gidiyor.

10- Kendine ayırdığın vakitte neler yaparsın?
Kitap okurum, film izlerim, blog yazar-okurum.

Mim, cevaplamak isteyen herkese gitsin efenim. 

İnsan kendine vakit ayırmalı, mutlu olacağı şeyleri yapacak zaman yaratmalı. Canım ablamla konuştuk geçenlerde bu konuyu, haftanın altı günü, sabahın köründen geç saatlere kadar yoğun bir şekilde çalışıyor kendisi. Tek tatil günü olan Pazar günü ise temizlikten, ev alışverişinden, yeğenimin isteklerinden daha beter yoruluyor. Bu tempoda bir insanın bunalıma girmesi, kendini mutsuz hissetmemesi mümkün mü? Kendine zaman ayırmalısın dedim, haftanın bir akşamı da olsa, sadece kendin için plan yap dedim. Birkaç saat de olsa keyif alacağın şeyler yap. İki hafta cumartesi akşamları çıktı, arkadaşlarıyla plan yaptı. Sonra yine eski düzene döndü. Bizler, kendimize ayıracağımız birkaç saati bile lüks olarak görüyorsak, neden bunca koşuşturma, kimin için, ne için yaşıyoruz? 



4 Aralık 2014 Perşembe

31 yaşında piyanoya başlamak...


Yalnızlığı sevmeyen insan, kendiyle başbaşa kaldığında sıkılan insan, kendinden sıkılmıyor mudur aslında? Hobileri, zevkleri olan insan yalnız kalmaktan neden sıkılsın ki? Kendinden sıkılan bir insan, hayatındaki boşluğu başkalarının varlığıyla doldurabilir mi?

Eşim son zamanlarda kendini sorgulamaya başlamıştı. Aslında uzun süredir benim ısrarlı olmasa da belli aralıklarla yaptığım konuşmalarla kendini sorgulamaya başladı sanırım. Kitap okuması konusundaydı aslında benim göndermelerim. Sonra vazgeçtim kitap okumayı sevmeyeceğini anlayınca. Bir hobin yok, boş boş tv izliyorsun, sıkılıyorsun, vakit öldürüyorsun dedikçe hobi araştırmasına girdi. Ne yapabilirim, ne yaparsam mutlu olurum. Ve beni gerçekten şaşırtan bir sonuç çıktı ortaya. Anadolunun bağrından kopmuş, klasik müzikten hoşlanmayan, entel dantel işler diyerek her söylediğim etkinliğe burun kıvıran, ayarlamaya çalıştığım bütün konserlere "bilet olmasa da gitmesek" diye iç geçiren bir insan piyanoya merak saldı. 

Nasıl oldu ben de anlamadım aslında. Bir akşam bilgisayarın başında Piyanist filminin müziğini defalarca dinlerken buldum. Sonrası çok hızlı gelişti. Kurs bakıldı, kayıt olundu ve bugün de piyano alındı. Öyle arka arkaya sıralayınca bizim için çok kolay olmuş gibi gelse de, maddi olarak ciddi bir batağa girmiş gibi görünüyoruz :) Olsun bea, eşim de şaşırdı aslında bu kadar destek olmama. En azından işin maddi kısmında karşı çıkacağımı düşünmüş kendisi. Ama gerçekten istiyorum, belki ondan daha çok istiyorum eşimin bir şeylerle ilgilenmesini, hobileri olmasını. Ha kitaba vursaydı kendini daha fazla sevinmez miydim, kesinlikle :) Hem maddi olarak da sarsıcı olmazdı, hem de ikimizin ortak zevkinin olması daha keyifli hale getirirdi hayatı. Ama olsun. Bu onun hobisi, elbette ki onun seçimi olacak. 

31 yaşında piyanoya başlanır mı, başlanırsa başarılı olunabilir mi, onu sorguladık ilk olarak. Araştırıldı, hocalarla görüşüldü. Sonuç sıkı bir çalışmayla neden olmasın? Tabi ki, 4 yaşında başlamakla aynı kolaylıkta olmayacak beynin bu durumu kabullenmesi. Sonuçta iki el aynı anda farklı şeyleri çalacak, beyni sadece ikiye değil, on parmağında aynı anda ayrı hareket edeceğini hesaba katarsak, sanırım on bölüme falan bölmek gerekecek. Ee bu iş parmakla da bitmiyor, nota da bileceksin, nota kağıdındaki iki ele ait farklı notaları aynı anda görüp uygulamaya geçeceksin falan derken, ouu bu iş çok zor gerçekten. Disiplinli bir çalışma gerektiren, ciddi anlamda zor bir iş piyano. Ama eşime inanıyorum, o bunu yapacak. Çünkü gerçekten çok istekli. Ben de çok istiyorum :) 

Daha önce akşamları eve gittiğimizde, yemek yedikten sonra, boş boş oturur, televizyon izler, çiğdem çitlerdi. Şimdi deli gibi klasik müzik dinliyor, videolar izliyor. Bu akşam piyanomuz da gelecek, artık akşamları saatlerce çalışır. İşte başta yazdığım gibi, insanın yapmaktan zevk aldığı hobileri olmayınca, hayat vakit öldürmekten ibaret olmuyor mu? Zaman geçirmek değil ki yaşamanın amacı, mutlu olmak, bizi mutlu eden şeyleri yapmak. Ne zaman biteceği belli olmayan bu hayatta her dakikamız o kadar kıymetli ki, bizi mutlu edecek ne varsa bulup çıkarmalı, onu yaşamalıyız. Piyano çalmak mı, amaç Fazıl Say olmak değil ki, sadece mutlu olmak. 31 yaşından sonra bu işe başlayan bir insan için zaten amaç profesyonellik olamaz. Amaç sadece mutlu olmak. Piyano eşimi mutlu edecekse canım eşime benden sonsuz destek. 

3 Aralık 2014 Çarşamba

Bu zarfın içinde mutluluk var :)


Artık korkmaya başladım, bu mutlu gidişten.
Demeyeceğim :)
Artarak devam eder umarım böyle. Hayatımın şanslı ve mutlu bir dönemindeyim. Dün çok özel bir zarf geldi bana. Hayatımda aldığım en tatlı hediyelerden biri oldu. Eşime de bugüne kadar çok söylemişimdir, ufacık hediyelere, sürprizlere bayılırım ben diye. Ama beceri meselesi işte :) Örnek olması temennisiyle, fikir ve ilham vermesi dileğiyle küçücük bir taş da atmış olayım gerekli yerlere :)
Uzun zamandır internet siparişlerim dışında postacı ya da kuryelerle işim olmadı. Taa liseden beri diyelim. Bugün kargo görevlisinin getirdiği poşeti büyük bir özenle kestim önce, zarfın üzerinde fıldır fıldır dönen kedi gözleriyle bakıştık önce.


 Gözlerimdeki heyecan ve mutluluk pırıltısını o gördü ilk. Sonra zarfı açtım. Ayrı ayrı emek verilmiş, süslenmiş, güzelce hazırlanmış birbirinden güzel 3 hediye ve bir mektup vardı içinde. Ben böyle şeylere bayılıyorum yaa. 
Zarftan çıkanlar şöyle;


Mouse pad (evet hala mousepad kullanan biri olarak çok beğendim)




Kırmızı çerçeve içine etamine işlenmiş kitaplıkta duran kedi figürü -üstelik bıyıkları bile var- (en çok buna bayıldığımı itiraf ediyorum)

Bir adet kitap ayracı (ilk gördüğümde bileklik sanmıştım, uyarı yazısı yazman ayrı bir şirinlik olmuş)Bu arada, ayraç deri! Ama boncuklarına bayıldım, kitabın arasında da çok güzel duruyor.



Üzüm son kontrolleri yaparken:)

Günümü güzelleştirdiğin için, uzuuuun süredir yaşamadığım mektup sevincini bana yaşattığın için teşekkür ederim be Jardzy. 

1 Aralık 2014 Pazartesi

İstanbul'da Kedi - Gündüz VASSAF



GÜNDÜZ VASSAF
"Sorun, hayvanlarla sürdürülecek ilişkinin "insanca" olması gerektiği düşüncesinden çıkmaktadır." 

Bu cümleyle başlıyor kitap. "İnsanca" denildiğinde zihinde oluşan tüm olumlu duyguları olumsuza çevirmeye ant içmiş insanoğlu, dünya tarihinde en kirli ayak izlerini bırakmaya ve tüm canlı hayatını kirletmeye devam ederken, "hayvan" sözcüğünü hakaret belirlemiş belleğinde. Halbuki, keşke "hayvan" gibi olabilsek. Keşke bizlerin de birer "hayvan" olduğumuzu unutmasak.


Başka bir kitabı okurken görsellerine kapılıp İstanbul'da Kedi'ye başladım. Hemencecik bitecek bir kitap zaten. Bolca görselin kullanıldığı, şiir tadında bir kitap İstanbul'da Kedi. Kitap kapağındaki resim daha önce Nisan 2014'te İthaki yayınlarından çıkan Fırat Caner'in, Kuşla Kediye Ağıt kitabıyla aynı. İlginç, YKY neden acaba böyle bir şey yaptı, ben anlamadım. 


Gündüz Vassaf'ın anlatımını, dilini seviyorum. Ama düzyazı yazmasını kesinlikle tercih ederim. 

İstanbul'da Kedi adına bakmayın, sadece İstanbul'daki kedileri anlatan bir kitap değil. Kedi tarihi, hatta insan-hayvan ilişkileri tarihi anlatılıyor kitapta. İnsanın dünyanın merkezi ve en önemlisi olduğunu düşündüğü kibirli bakış açısından diğer canlılar dünyasına şiirsel bir bakış Vassaf'ın kitabı. 

"Yeryüzünde 600 milyon kedi 
Dilleri belli 
Sürtündüğünde
Otomobile, çöp kutusuna, insana 
Hepsine egemenlik kurup
"Bunlar benim!" diye bakmakta.
Yeryüzünde yedi milyar insan
Tek anladıkları kendi dilleri 
Hayvanları dinlemek yerine
Onlara Latin alfabesini
Öğretme gayretleri!
"Ben!" "Ben!" "Ben!" 

Aynalarından
Kediler bencil diyen insanlar
Her sürtündüğünde kediler kendilerine
Sevildiklerini sanmaktalar. "



"Biz 
 Samanyolunun ucunda
Uzayın belirsiz  noktasında
Paralel evrenlerden birinin 
Kara delikli sonsuzluğunda, 
tarihi kendimizden ibaret bilir
Bunca canlı arasında
Heykellerimizi dikip dikip devirir
Doğruyu biliriz.
Biz, 
tükettikçe 
eksiliriz."





"Destansa
Köpeklerin kahramanlıkları
Kediler şiir yazar."



"İnsan türü 
ister yensin kendini
ister yüceltsin 
Vazgeçmedikçe
insan merkezli seçiminden
Dünyayı kavrayamayacak kibirinden."


26 Kasım 2014 Çarşamba

Çok güzel şeyler oluyor bu aralar yaa...



Dün akşam kayınpederim aradı. Ziraat Bankasından aradılar, senin bir hesabın varmış bankada, 10 yıl geçmiş, devlete devredecekmiş para, çeksin yazık olmasınlar, demişler. Kafamda bir yığın soru oluştu tabi. Kayınpederim ne alaka, neden beni aramıyorlar, ben bankada nasıl para bırakırım, kesin bir dolandırıcılık işi bu diye düşündüm. Bir hesap numarası ve telefon numarası söylemişler. Herhangi bir şubeden gidip çekebilir demişler. Aldım hesap numarasını ve telefonu. Aradım telefonu, hesabımda 1200 lira olduğunu, devlete devredeceğini, dilediğim şubeden çekebileceğimi, bir sorun olursa bu numarayı aramalarını bana da tekrarladılar. Bu ülkede binbir çeşit dolandırıcılık görmüş insanlar olarak elbette yine inanmadık. Bilinmeyen numaraları aradık, bizi aradıkları numarayı sorduk, doğru çıktı; Ziraat Bankası genel müdürlük. Ziraat Bankasıyla tek ilişkim üniversite yıllarımda bursumu çekerken olmuştu. Ama bursu bankada unutmam mümkün değil. Öğrencisin ve sana verilen bursu çekmeyeceksin, mümkün mü? 

Bu sabah hala inanmamış olarak şubeye gittim, bankacı kıza durumu anlattım. Kimlik numaramdan sorguladı, sizin hesabınız görünmüyor dedi. Bana verdikleri hesap numarasını söyledim, oradan sorgulayınca çıktı mı sana cillop gibi hesap. 1278 TL. Dedim ne parasıymış bu? 2005 yılında 5 ay burs yatmış size dedi. Eee ben 2004'te mezun oldum. Bursun geri ödemesini bile yaptım. Para sizin dedi. Benimmmm tabi ki :) Çıkardı verdi paramı. Ohhh, mis gibi. Nasıl sevindim, nasıl sevindim.

Bu ülkede hala güzel insanlar var. Ziraat Bankasında çalışan memur arkadaşım; işini senin gibi yapan insanlara ihtiyacı var işte bu ülkenin. Aramak zorunda mıydı bu kişi beni? Bana ulaşamayıp taa kayınpederime kadar ulaşmak zorunda mıydı? Değildi. Beni bugün çok mutlu ettin arkadaşım yaa. Ümidimi kestiğim insanlık için umut aşıladın bana. Teşekkür ederim. 

24 Kasım 2014 Pazartesi

Ah Antalyaa...


Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıymış. Ne biçim laf, tilkinin kürk olmaktan başka bir seçeneği yokmuş gibi. Tilki = kürk, inek = süt, dana = et, tavuk= yumurta, et vs. vs... Ben de döndüm dolaştım, geldim oturdum masama. Başka seçenek olmadığından değil, her zaman başka seçenekler vardır. En az tercih ettiğimiz yerde bile olsak mutlaka başka seçenekler vardır. Üzücü olan seçeneklerinizin başkalarının elinde olması, zavallı tilkinin ki gibi.

Antalya'nın güzide otellerinden birinde geçirdiğim 2,5 gün sonunda hayatın parası olanlara güzel olduğunu bir kez daha anladım. 2.500 euro kral dairesinin geceliği. Düşündüm de, trilyonlar kazanıyor olsam bir gece için 7.500 TL verir miydim bir otel odasına? Yaklaşık bir yılını bu parayla geçirmek zorunda olan insanların sayısı azımsanmayacak kadar çokken, gönül ve vicdan rahatlığıyla nasıl veriliyor bu paralar?

Açık büfe çılgınlığı ise ayrı mevzu. Yiyecekler arasında kendimi kaybetmişken, ondan da alayım, onu da  tadayım derken dolan tabaklarla donattım masayı. Öğle ve akşam yemeklerinde ana yemek bölümü bana hitap etmediğinden zeytinyağlılar ve tatlı bölümünü yağmaladım. Ben kesinlikle kahvaltı insanıyım. İlk günün ardından yüzümde devasa iki sivilce çıktı, sivilce görünümünden çok su toplamış gibiler. Kesinlikle tatlı çılgınlığımdan oldu. Şunu anladım ki, beş yıldızlı her şey dahil tatiller israf çılgınlığından başka bir şey değil. İnsan, normalde tükettiğinden kat be kat şey tüketiyor. Tabaklara büyük bir iştahla alınan yiyeceklerin bir çoğu çöpü boyluyor. Kendimde dahil, insanları o şekilde tüketirken görünce aklıma Afrika'da yaşayan insanlar düştü. Ben zaten hangi bir şeyin tadını çıkarırım ki düşünmeden, sorgulamadan... Ye işte, giden gitsin çöpe. Yaşadığı topraklardan hiç uzaklaşmamış Afrikalı bir insan grubunu bu otele, açık büfeye getirsen, şu insanları, şu yemekleri görseler ne düşünürler acaba? Onlar karın doyuracak ekmekten, temiz içme suyundan bu denli uzakken, bizlerin bu şekilde tükettiklerini görseler, tabaklarımıza aldığımız yiyeceklerin yarısının çöpe gittiğini görseler ne hissederler? İşte ben onlarla empati yaparken gördüğüm şey, haksızlık ve adaletsizlikti. Dünya adil değil.

Buraya kadar yazdıklarımı baştan okuyunca güya tatil yazısı yazacaktım dedim. Bu ne biçim bir tatil yazısı yahuu. Kafamda uçuşan "ama bu haksızlık" söylemlerine rağmen çok güzel 3 gün geçirdim. Biraz da güzelliğini anlatayım. 19 Kasım'da bir ilk yaşadım, bu mevsimde denize girdim. Gittiğimiz gün hem su hem de hava son derece müsaitti. Bu fırsat kaçmazdı, kaçırmadık. 

İkinci gün sabahtan eşimi seminere uğurladıktan sonra çantamı kaptığım gibi attım kendimi sokaklara. Şöyleee yürüyeyim dedim, falezlerin dibinde muhteşem manzara eşliğinde yürüdüm bir süre. Akdeniz, sen kadar güzelsin, "yaşamak ne kadar güzel" dedirtecek  kadar güzel. Hele o Torosların görüntüsü. Ben Antalya'ya aşık oldum. Çocukken gitmiştim aslında, en son da üniversitedeyken Olimpos'a. Ama bu sefer ayrı bir aşktı yaşadığım. Tek kelimeyle büyüledi beni doğası. Yarım saat kadar yürüdükten sonra Kaleiçi tabelasını görünce bir bakkala girdim, buradan ne kadar sürede yürürüm dedim. Yirmi dakika dedi. Yirmi dakika da öyle yürüdüm. Kaleiçine vardım. Daracık taş sokaklar, eski taş evler, şimdinin şekilsiz, karaktersiz evlerine inat her biri ayrı güzellikte. Labirent gibi sokaklar, oradan girdim, buradan çıktım, döndüm dolaştım, marinaya vardım. Bir süre ağzım açık güzelliğini izledim, sonra baktım öğlen olmuş, yemek vaktini kaçırmamalı, otele dönüş. Öğleden sonra fırtına başladı zaten çıkamadım. Akşamında havuz, sauna, hamam, buhar odası seferi yaptık eşimle.  Hamamda tüketilen suyu görünce yine aklıma keyif kaçıran düşünceler istila etti. Sauna, buhar odası bana göre değil, zira sıcak suda ve buharlı ortamlarda nefes almakta güçlük çekiyorum. 5 dakika yetti de arttı bile.  

Cuma günüyse öğlen eşimin işi bitti, otelden çıkışımızı yaptık, bavulları bıraktık. Eşimi kaleiçine götürdüm, eee tecrübeliyim ya, rehberlik yaptım. Sonra oradan çıktık, yürüyerek Antalya Müzesine gittik. Eşim zaten pek sevmez müze falan, 20 lirayı da görünce sen gir gez dedi ama ikna ettim. 40 lira verdik, girdik. İyi ki de girmişiz, dışarıda bekleseydi, kriz geçirirdi sanırım. Çünkü çok büyük bir müze, içeride ne kadar kaldığımızı bilmiyorum ama bayıldım. Gördüğüm en güzel müzeydi diyebilirim. Lahitler ve heykeller karşısında ağzım açık kaldı. Bol bol fotoğraf çektim. Oradan çıktık, karşısında Atatürk Parkı varmış, orayı da gezelim dedik. Ayaklar zonk zonk zonklarken, tabanlarıma çiviler batarken gezdik, güneş batıyordu, Konyaaltı plajı muhteşem görünüyordu, falezler harikaydı, Akdeniz ve Toroslar büyüleyiciydi. Sonra bitti işte, döndük İzmir'e. Üzüm'ü çok özledim. Kokusunu içime çektim, koca göbeğini mıncırdım. İki gün boyunca da yattım, hem yorgunluktan, hem de boğazlar yine sinyal vermeye başladığından. Sonra da işte buradayım. 

Aslında haftasonu yazacaktım ama laptopumuz bozulmuş. Eniştemiz anlıyor bilgisayardan, ona verdik, yaptı şimdilik, ama 3-6 ay arası da ömür biçti bizim emektara. 4,5 yıl oldu alalı. Ömrü bitmiş dedi. Telefonla da hiç sevmiyorum internete girmeyi, bir şeyler yazmayı. O yüzden kaldı bugüne kadar.

Fazla yazmaya da gerek yok aslında. Fotoğraflardan seçmeler şöyle: 


Bu fotoğraf Atatürk parkından. Dibim düştü denir ya, öyle oldum görünce.

Kaleiçi

Bana poz veren tatlişko

Odamızın balkonundan bir kare.

Otelin tuvaleti. Bir tuvalete bunca lüks gerekli mi? Tuvalet yahu bu, ne yapacağımız belli sonuçta :)

Konyaaltı plajı.

Eşim balıkçıları dikizlerken. 

Marina

Antalya Müzesi

Ben bu heykelin bacağı kadarım. O kadar devasaydı.

Lahitler.


Bu da küçük Joe'ya :) Görünce aklıma sen geldin Joe.


Öğretmenler günü

Hayata bakışımı değiştiren iki öğretmenim oldu. İkisi de lisede, ikisi de edebiyat öğretmeniydi. Biri son derece kendine güvenen, disiplinli ve güzel bir kadın, diğeri de sınıfta gürültüden sesini duymakta zorlandığım, son derece sakin ve kibar bir erkek. 

Leyla öğretmenin duruşunda müthiş bir güven vardı, kimseye bağırmadı, kimseyi uyarmadı bile ama sınıfta her daim bir disiplin olurdu. Haşim öğretmenimin dersinde ise sürekli bir uğultu, bir gürültü. Adamcağız kimseyi kırmak istemezdi, kimseyi de sert bir şekilde uyardığını hatırlamam ama Leyla hocanın sağladığı disiplini sağlayamazdı. Sesini duyabilmek için en ön sıraya geçerdim onun dersinde. Üzülürdüm alttan alta Haşim hocama, kızardım konuşanlara.

İki öğretmenimle de okul boyunca samimi bir sohbetim ya da sevgimi paylaştığım anlar olmadı. Ben çekingen bir öğrenciydim. Ama okul bittikten sonra cesaretimi toplayıp Haşim hocama mektup yazdım. Ve seneler süren mektuplaşmamız öylece başladı. Öğretmen - öğrenciden çok dost olduk zamanla. Mektup yolu gözler oldum. Ne güzeldi. Sonra koptu, son mektubumuz nasıldı, ne yazmıştık, hatırlamıyorum. 

İyi öğretmenlerim de oldu, kötüleri de. Öğretmenlik zor meslek. Çocuklarla uğraşmak zor, hele ergenlerle daha da zor. Önceden eti senin kemiği benim diye teslim edilirdik öğretmenlerimize. Şimdi en ufak bir uyarıda öğretmenlere çıkışıyor veliler, "benim çocuğuma nasıl bıdıbıdıbıdıbıdı". Önceden korkuyla karışık saygı duyardık, şimdi öğretmenler korkuyor öğrencilerden. Hatta sınıfta bıçaklanıyorlar, tehdit ediliyorlar. Öğretmenlere duyulan saygı, öğretmenliğin prestiji  eski günlere döner mi bilemem. Bu mesleği  sabırla, hakkıyla yapan, sorgulayan, düşünen bireyler yetiştirmeyi amaç edinen tüm öğretmenlerin gününü kutlarım. 


18 Kasım 2014 Salı

Mutluyum be...


Yarın Antalya'ya gidiyorum. Daha önce yazmıştım Aralık ayında bir haftalığına eğitime gideceğimi. Yarın gideceğim ekstra olarak çıktı. Eşime 2 günlük bir seminer çıktı. Ben de fırsattan istifade edeyim dedim. Hem onlara ayarlanan otelle bizimki arasında dağlar kadar fark var. Benim neyim eksik, tabi ki takıldım peşine. Bu ay baya bi açılmış olacağız ama ne yapayım yaaa, ölecez gidecez anasını satayım. 2 güncük tatili çok mu göreyim kendime. 

Yarın sabahtan çıkıp Cuma akşam döneceğiz. Perşembe ve Cuma eşim seminerde olacak, sabahları onu zihin açıklığı dileyerek uğurladıktan sonra ben de otelde fink atacağım. Bol fotoğraf çeker, yürüyüş yaparım, kitap okur, havuza girerim. Açık büfeyi sömürür, iki günde kaç kilo alınabileceğini sınar gelirim :)

Üzüm yine ablama emanet edilecek tabi. Bir yere gittim mi aklım hep bu delide kalıyor benim. Çok da özlüyorum eşek sıpasını. Kokusunu özlüyorum en çok. Dün gece yatağa girdikten sonra, Üzüm gelip tepeme yatıp mırlamaya başladı her zamanki gibi. O an yatağımıza dışarıdan baktım, o kadar huzurlu bir tablo gördüm, o kadar mutlu oldum ki anlatamam. Eşim yanımda, kedim sırtımda mırlıyor, sağlığımız, keyfimiz yerinde. İnsan başka ne ister ki. Bu aralar her şey yolunda, keyfim yerinde.

Bu fotoğrafı ve haberi sabah gördüm, içim ezildi. Daha önce de kitap yorumlarımda yazmıştım, Harry Harlow adında bir psikoloğun yavru maymunlarda anneye bağlılık deneylerinde neler yaptığını. O aklıma geldi hemen. Zavallı yavrucak, nasıl da masum ve savunmasız.


Bol fotoğraflı ve keyifli yazılarla dönmeyi planlıyorum, aksilik olmazsa. 


17 Kasım 2014 Pazartesi

Din - iman - hayvan

Pazar günü babamın doğumgünüydü, kutlamaya gittik. Dişi bir kedi var, her sene hamile kalır, gelir babamın bahçeye doğurur. Kedi sayısı 8'e çıkmış. Bir dahaki gidişimizde anneyi alıp getirmemiz, kısırlaştırmamız lazım. Kedi çiftliğine dönmüş bahçe. Bahçeye çıktığında hepsi bir ağızdan bağırarak koşuşuyorlar. Yeni yavruların 3'ü de dişi üstelik. O yüzden bu gidişe bir çözüm bulmak gerek.

Köylüler hayvanlara karşı gerçekten çok acımasızlar ve babamın haline gülüyorlar. Onlara yemek pişirmesini, bakmasını, kovalamamasını hayretle karşılıyorlar. Zavallı bir köpek vardı, açlıktan kemikleri görünecek kadar zayıf bir hayvan. Arada bir babamın bahçeye yanaşır, yemek dilenirdi. Babam da tabi dayanamaz verirdi bir şeyler. Tabi köpeğimiz Şanslı pek yanaşmasına da izin vermiyordu onun. Köylünün biri almış hayvanı dağdaki evine götürmüş, domuz kovalasın diye. Biz de sevindik, yuva buldu, karnı doyar diye. Adam götürmüş hayvanı, 3 günde bir kuru ekmek atmış önüne. Bakmış ki istediği gibi koruyamıyor domuzlardan evi damı, o kuru ekmeği de vermemiş. Bağlamış ağaca ve ölsün diye beklemiş. Günlerce yemek vermemiş hayvana. Bakmış ölmüyor, çözmüş ipini, basmış dayağı kovalamış hayvanı. Ve bunu aynen bu şekilde babama anlatmış. Ne kadar dayanıklı hayvanmış, gebermedi bir türlü demiş. Bu köpek, açlıktan ve dayaktan bitap halde, sürüne sürüne dağdan inip babamın evini bulmuş gelmiş yine. Geldiğinde arka ayakları tutmuyormuş, hayvanın tüm kemikleri dışardaymış. Tüylerim diken diken oldu. Bunu yapan yaratığa ne denir, nasıl bir vicdan bunu yapabilir, benim aklım almıyor. Zavallı köpek şimdi yine bahçenin etrafında. Bizim köpeğin izin verdiği sınıra kadar yaklaşıyor ama bahçenin çevresinden ayrılmıyor. Hayvancık kendine gelmiş, kilo almış, toparlanmış. 

Başka bir köylü de, sürekli çoğalan kediler için bulduğu yöntemi anlatmış babama. Kedilere işlek bir caddenin karşı tarafında yemek vermeye başlamış. Ve kediler caddenin öbür tarafına gelip geçerken ezilip gitmişler. "Bu insanlar beş vakit namaz kılıyor" diyor babam. Beş vakit değil, yirmidört saat başın secdeden kalkmasa ne yazar. Bugün de gazetelerde görmüşsünüz, eşeği ayaklarından tren yoluna bağlamışlar. Vicdan, merhamet ve ahlak kavramlarının dinle imanla pek bir bağlantısı olmadığının açık bir kanıtı da bunlar işte.

Neyse, bu kadar kötü hikayeden sonra güzel fotoğraflarla bitireyim.


Bu tipler ocağın başında huşu içinde bekliyorlar. Neyi, tabi ki pişen yemeklerini.


Babam tavuklarına taze solucan ziyafeti verirken... Tavuklar o toprakta çılgınlar gibi eşeleniyorlar.


Bu da yeni gelen 3 yavrudan biri.

Böyleyken böylee...

12 Kasım 2014 Çarşamba

Mim

Ms.Grumpy "Tarihin En Kalabalık Mimi" yazısında beni de mimlemiş. Teşekkür ederim. Haydi sorular ve cevaplara geçelim:

Blog açma hikayeniz nedir?
Blog açmadan önce uzun zaman blog okudum. Sonunda ben neden yazmıyorum dedim. İyi ki de açmışım.

Blog isminiz nereden geliyor, neden bu isim?
İçinde kedi ve kitap geçen bir isim istiyordum. Birçok alternatif vardı aslında ama baktıklarımın hepsi alındığı için Kitapsız Kedi'de karar kıldım.

Hangi mevsimi seversiniz, bu mevsim size neyi çağrıştırıyor?
Bahar mevsimi. İlkbahar ve sonbahar. Başlangıçları ve yenilenmeyi çağrıştırıyor. Doğanın renk ve şekil değiştirmesini izlemeye bayılıyorum. Sonbahar renklerini ve kurumuş yaprakları ezdiğimde çıkan sesi çok severim.  




Kırmızı ruj mu eyeliner mı?
Eyeliner. Kırmızı ruj, çok kadınsı. Bense hiçbir zaman çok kadınsı, çok seksi, çok dişi olamadım. 

Blog yazmak sana ne kazandırdı?
İçimden geleni, içimden geldiği gibi yazma, paylaşma özgürlüğü kazandırdı. Bir rahatlama aracı olarak blog tutmak diye bir tanım bile yapılabilir. "Dök içini rahatla" yerim burası. Onun dışında çok güzel insanlar tanımama vesile oldu. Yüzyüze olmasa bile, yanyana olduğunu hissetmek güzel. Geçmişi okuyup, kendine uzaktan bakabilmek de güzel. Bloğumu seviyorum :)

Kitap okumak mı, bir şeyler yazmak mı?
Kitap okumak öncelikli olmak üzere ikisi de güzel. Okumadan yazmak pek hoş sonuçlar doğurmuyor zaten.

Şiir mi, roman mı, hikaye mi?
Şiire bir türlü ısınamadım. Onun dışında roman olur, hikaye olur, biyografi olur, hepsini seviyorum.

En çok etkilendiğin film?
Film izlemeyi çok seviyorum. Etkilendiğim film sayısı da çok fazladır ama mutlu olmak istedikçe "Amelie" yi izlerim ve de çoook severim. 




Hangi tür kitap, film?
Vampirli mampirli ve fantastik tür dışında kalanlar. 

Öğrenci olmak mı, iş hayatı mı?
Mümkünse ikisi de değil. Sevdiğim bir işi yapmıyorsam -ki kahretsin o azınlığın içinde değilim- para çıksa bi yerlerden, bir orman evi alsam, eksem, biçsem, hayvanlarım olsa, bir hamakta kitap okuyarak geçse günlerim...

Kitap okumak mı, film izlemek mi?
İkisi de, ama kitap okumak daha ağır basıyor.

Klasik giyinmek mi, spor giyinmek mi?
Spor giyinmek. Ama işim gereği maalesef hep klasik, hep sıkıcı, hep rahatsız :(

Almaktan asla vazgeçemeyeceğin şey?
Kitap.




En sevdiğiniz yemek nedir?
Makarna.


En sevdiğin dizi?
Hiçbiri. Dizi kültürüm sıfır. Hiçbirini bilmiyorum. 

Özel bir yeteneğin olsa, ne olmasını isterdin?
Resim yeteneğim olmasını çok isterdim. Karşı blokta oturan bir komşumuz var, teyze resimlerini balkonda yapıyor genelde. Onu dikizliyorum perde arkalarından hayranlıkla. Özel bir yetenek deyince zihin okumak falan der insanlar ama hayalde bile gerçeklikten kopamıyorum işte, ne yapayım. Ayrıca zihin okumak hiç istemezdim, insanların davranışlardan bile yapaylık sezip rahatsız olurken, bir de zihinlerini okusam, iyice yaşanmaz hale gelirdi eminim bu dünya benim için. 

Hasta olmanın en kötü yanı?
Benim için en kötü yanı boğaz ağrısı. Hapşırmak, öksürmek, sümkürmek falan değil de boğazımın ağrımasından nefret ediyorum. 

Alınacaklar listen var mı? İlk beşi nedir?
Sadece kitaplar için yazılı liste tutarım, diğerleri aklımdadır. 

Mimi, Burcu'ya ve Jardzy'e postaladım gitti. 


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...