28 Şubat 2014 Cuma

Ne olacak bizim halimiz


Umut var mı içinizde bu ülkenin geleceğine dair? Ben her geçen gün daha karamsar, daha kötü hissediyorum kendimi. Son günlerdeki sıkıntılarımın sebepleri belli, babamın rahatsızlığı. Ama altta yatan bir çok sebep de  birleşince iyice ruhsuz bir hal aldım. 

Önceden sinirden köpürür, elim ayağım titrerdi. Şimdi ise olanları izliyor, dinliyor ve sadece üzülüyorum. Çünkü umudumu gerçekten tümden yitirdim. Artık bu ülke toparlanamaz diye düşünüyorum. Dünya üzerindeki herhangi bir yerde bu kadar skandalın peşpeşe yaşandığı görülmüş müdür bilmiyorum. Görülse bile böyle bir halk kesinlikle görülmemiştir. Yer yerinden oynuyor, üstüste meydana dökülüyor pislikler ama bizim halkımız duymamakta, görmemekte o kadar ısrarcı ki, insan  kafayı yese yeridir. Diyor ya birileri, "doğru olsa bile buna kimse inanmaz" diye. Yok, inanmıyorlar. Adam peygamber gibi bunların gözünde, öl dese ölecekler. Hatta çıksa açık açık itiraf etse, "helal olsun, afiyet olsun başbakanım" diyecekler. Bir kadın yazarımızın dediği gibi, "o paraları yoksullara dağıtmak için zekat olarak toplamıştır". Zekaya bak, hizaya gel.

Tutturmuşlar bir paralel yapı. Paralel yapıyı, paralel hale getiren, senelerdir devletin en mühim, kilit noktalarına getiren, askerlere, farklı görüş beyan eden herkese kumpaslar kurulup, oyunlar hazırlanırken, ellerini ovuşturan kimlerdi? Şimdi besleyip büyüttüğünüz yılanlar, sizi sokunca mı geldi aklınız başınıza? Şikayet etmeye, millete mağdur edebiyatı yapmaya hiç mi hiç hakkınız yok. Çünkü bu vatanı bu hale getiren sizlersiniz. Sizin ahlaksız zihniyetinizin ürünleri bunlar. 

Şimdi ağlaşıyorlar, sinirden köpürüyorlar, paralel yapı diye, çete diye, inlerine gireceğiz diye. Ben ne diyorum, biliyor musunuz, ohh olsun diyorum, daha beter olsunlar diyorum. İki tarafta tüm pisliklerini ortaya döküyorlar birbirlerinin. Böyle bir çatlak olmasaydı asla ortaya dökülmeyecek şeyler saçılıyor etrafa. Gerçi bizim millet kış uykusunda değil, ölüm uykusunda. Yine görmüyor, yine duymuyor, yine anlamıyor. 

Ülkeye bakın, iktidar ve ortağı cemaat birbirine düştü. Birbirlerini dinleyip dinleyip, ortalığa döküyorlar. Kumpaslar, şantajlar, kasetler diz boyu. İktidar, kuyruğu kurtarma derdinde her gün atamalar yapıyor, kanunları değiştiriyor, sansür uyguluyor. Ve tuhaf olan da her şey normal seyrinde, millet dizi izler gibi izliyor. Zihinlerimiz fallafoş olmuş bizim, beyinlerimiz tecavüze uğramış. 

Ya geçen izledim, iktidar partisinden adamın biri diyor ki; mahkemeleri bize bağlayın, her şeyi düzeltelim. Yargıyı, mahkemeleri birilerine bağlamak. Bunların zihniyeti bu işte. Bağımsız yargı da neymiş. Erkler ayrılığı da neymiş. Sanki babasının dükkanı. Bize bağlayın düzeltelim. 

Yani, ben umudumu yitirdim toptan. İnsanımıza olan umudumu yitirdim, ülkenin geleceğine olan umudumu yitirdim. Gerçekten çok karanlık günlerin bizi beklediğini düşünüyorum ve korkuyorum. 

25 Şubat 2014 Salı

İçim sıkılıyor

http://pekguzelseyler.blogspot.com.tr/2012/05/anne-julie-aubry.html#more

Çok fena daralıyorum bugün. Dün Ege Üniversitesi Hastanesindeydik, doktorla görüştük. Gayet olumlu geçti aslında. İçimizi rahatlattı doktor. Henüz başlangıç aşamasında olduğunu, yayılma görülmediği, sorunsuz bir evrede olduğunu söyledi. Robotik prostat ameliyatı yapılacak. Da Vinci denilen son teknoloji bir robotla yapılacak ameliyat. Açık ameliyat da yapabiliriz ama sonrası daha çok sıkıntı yaşanır dedi. Neyse, 4 bin lira bağış karşılığında yapılacakmış, robotun kolları her ameliyatta bir kez kullanılıyormuş ve bu kolun maliyetini hastadan alıyorlarmış. Devletimiz robotu getirmiş getirmesine de, (5 tane varmış ülkemizde bu arada) parasını karşılayan kullansın diye düşünmüşler. Her neyse, babam sağlığına kavuşsun da mühim değil. Martın ortasında olacak ameliyat. Babamın da içine sindi. Umarım iyi olacak her şey. 

Aslında rahatlamam gerekirken, bugün her nedense çok fena sıkılıyorum. İç organlarımı sıkıştırıyor sanki bir şeyler. Boğazıma basıyorlar sanki. Kendimi çok mutsuz hissediyorum. Kitap okumuyorum, yemek yapmıyorum kaç gündür. Hiç bir şey yapmıyorum aslında. Buraya gelip, otomatiğe bağlamış bir şekilde çalışıyorum. Eve gidiyorum, uyuyorum. Blogları da okumuyorum, hiçbir şey gelmiyor içimden. Bu durumdan da çok rahatsızım. 

Neden böyleyim onu da bilmiyorum aslında. Babamın durumu evet çok stres yaptı üstümüzde, ama şu an için her şey olumlu gidiyor. Ama ben bir türlü mutlu hissedemiyorum kendimi. Kafamı toparlayıp iki satır bir şey okuyamıyorum, okumak istiyorum ama olmuyor. Ne düşündüğümü de bilmiyorum. Öyle anlamsız ve bomboş hissediyorum kendimi. 

19 Şubat 2014 Çarşamba

Çok sıkıntılı iki gündü benim için. Soğukkanlı biri olduğum halde, epey panik yaşadım. Ne yapacağız, hangi doktora, hangi hastaneye gideceğiz, süreç nasıl olacak derken çok gerildim. Gerçekten çok zormuş, ne hastane biliyoruz, ne doktor, herkes birilerini söylüyor, birinin iyi dediğine biri kötü diyor, tamam şu olsun dediğimizde, ya kötü olursa diye vazgeçiyoruz. 

Ege üniversitesinde karar kıldık ve pazartesiye randevu aldık. Tam teşekküllü bir hastane olmasını istedik, sadece ameliyat değil sonrasında kemoterapi sürecine de aynı yerde devam etmesini istedik. Babam tamamen bize bıraktı seçimi. Ablamlarla orası burası derken Ege'de karar kıldık. Doktor ve hastane konusunda karara vardığımız için bugün daha sakinim. Belirsizlik ve ne yapacağını bilememek çok kötü bir durum gerçekten.

Umarım her şey iyi olur, tüm süreç olumlu gider.

15 Şubat 2014 Cumartesi

Dün akşam  babamın kanser olduğunu öğrendik. Prostat kanseri. Biopsi sonucu çıktı. Dün akşamdan beri araştırıyoruz, ameliyat mı, ışın tedavisi mi? Nerde yaptıralım, hangi doktor? Kanser ne aşamada? Yayılmadıysa prostat alındıktan sonra bitecek ama ya yayıldıysa? Ya geç kalındıysa? Düşünmek bile istemiyorum. Hiçbir şey yapmak gelmiyor içimden dünden beri. Ne yapacaksak bir an önce karar vermeliyiz. Bu hafta bu işi netleştirmeliyiz. İnternette okuduğum kadarıyla oldukça yaygın prostat kanseri. Babamın dedesi prostat kanserinden ölmüş. Off, ne düşüneceğimi şaşırmış durumdayım. 

12 Şubat 2014 Çarşamba

Kedilerde parazit aşısı gerekli midir?

İki kedim oldu şimdiye kadar. İlk kedim, öğrencilik yıllarımda sokaktan bulduğum bir sarmandı. İçimde hala dinmeyen bir sızı bırakarak gitti. İkinci kedim Üzüm, onu biliyorsunuz zaten. İlkinde acemiydim, aynı Ayşe'nin yaşadığı tedirginliği, korkuları yaşadım başlangıçta. Öğrencinin mali durumları belli. Belediyenin veterinerine götürdüm, aşılarını yaptırdım, zamanı geldiğinde kısırlaştırmaya da yine belediyenin veterinerine gittim. Düzenli aşılarını da yaptırdım. 

Üzüm'ün de ilk aşılarını yaptırdım. Üç aydan üç aya yaptırılan iç parazitini de ilk 1 sene düzenli bir şekilde yaptırdım. Sonra internette araştırmaya başladım. Benim kedim evden dışarıya adımını atmayan, sadece kuru mamayla beslenen bir kedi. Neden 3 ayda bir parazit aşısı yaptırıyorum bu hayvana diye düşünmeye başladım. 

Genel kanı şu ki, bu aşı kesinlikle yapılmalı, yapılmazsa hayvanın bağırsaklarındaki parazitler insana geçer, kistlerden toksoplazmaya kadar pek çok hastalık başınıza gelebilir. Tamam bu kısmı doğru, eğer parazitli bir hayvanınız varsa ya da sokaktan bir hayvan sahiplenmek istiyorsanız kesinlikle aşılamalısınız. Ama olayın kırılgan noktası şurası; aşılattığımız hayvan evden çıkmıyorsa neden 3 ayda bir tekrar tekrar aşı yaptırıyoruz? Bu paraziti hayvanın bağırsağı kendi mi üretiyor? Evden çıkmayan, sokak kedileriyle ya da başka kedilerle muhatap olmayan, onlarla kavga edip yaralanma ihtimali olmayan, kuru mamadan başka bir şey yemeyen bir kediye parazit nerden geçecek? 

Veterinerlerin çoğu, bu mantığa şiddetli bir şekilde karşı çıkıyorlar. Ve bu soruma karşılık olarak gelinen ortak noktaları da AYAKKABILAR. Evet, ayakkabılarınızla bile parazit getirebilirsiniz, dedi hepsi de. Ayakkabımdan eve, evden pisinin bağırsağına yerleşen kurtçuklar, yaşam döngülerini benim vücudumda kist olarak tamamlayacak olabilirler. Güzel senaryo da, bunun olma olasılığı milyonda kaç? Ayrıca evde ayakkabıyla dolanacak kadar avrupai olamadık henüz. 

Biliyor musunuz, yeterince yıkanmamış yeşilliklerden, sebze ve meyvelerden parazit kapma olasılığınız çooook daha fazla. Maalesef ki aşılar, çoğu veteriner tarafından para kapısı olarak görüldüğünden, parazitli olsun olmasın kedilerimiz, 3 ayda bir aşılanıyorlar. Paraziti olmayan bir kediye parazit aşısı yaparsanız ne olur? Boşu boşuna kimyasal yüklemiş olursunuz, gereksiz yere strese sokmuş olursunuz, bağışıklık sistemine zarar vermiş olursunuz.

İlk aşılara bir sözüm yok ancak, ilk aşıları tamamlandıktan sonra evden çıkmayan kediler için  gereksiz aşı yüklenmesine de karşıyım. Bir kedi bir sefer kuduz aşısı olduktan sonra evden çıkmamışsa, kuduz olan bir hayvanla bir münasebeti olmadıysa, nerden kapacak bu hayvan kuduz mikrobunu? Benden mi? Neden hayvana düzenli aralıklarla sersemletilmiş kuduz mikrobu veriyoruz?

Karşı çıkanlar olacaktır, çünkü ben şiddetli tepkilere maruz kaldım diyebilirim. Evden çıkmadığı için kedime parazit aşısı yaptırmıyorum dediğimde bana katil muamelesi yapan veterinerler de oldu, o zaman gerek yok diyen dürüstleri de. Aşı miti kolay kolay yıkılacak türden değil, çünkü bu bir sektör. Ama benim tercihim bu yönde. Ve artık çok lüzum görmedikçe veterinere de gitmiyorum. Çünkü ne zaman bir sorunum için veterinere gitsem çok daha büyük sorunlarımız oldu. Bir sürü ilaç kullandım hayvan iyice hasta oldu, zaten sokağa çıkmak çıldırtıyor resmen hayvanı stresten, strese girince daha beter hasta oluyor ve bu döngüyü kıramıyoruz. 

Yaklaşık 2,5 yıldır aşı yaptırmıyorum Üzüm'e. En son 1 sene önce veterinere götürdüm. Çenesinin altında oluşan ve artık kronikleşen kabukcuk görünümü için kan tahlili yapıldı. Yaklaşık 10 dakika süren işlemden dünyanın parasını isteyen veterinere ertesi gün tahlil sonuçlarına ilişkin bir soru sormak istediğimde adam resmen beni fırçaladı. Kedimin bir şeyi olmadığını, tahlil sonuçlarının gayet güzel olduğunu söylemişmiş, ben tekrar soru sormakla ona güvenmediğimi belli ediyormuşum, ve daha bir sürü şey. Adam telefonda resmen beni fırçaladı, altta kaldığımı söylemiyorum tabi ki cevabını verdim ancak bu veterinere son gidişim oldu. 6 ay boyunca da ekstrede bu adama ödediğim paraları her gördüğümde kulaklarını çınlattım.

İşin özeti; sokaktan alınan ve evden dışarı çıkmayacak bir kedinin ilk aşılarından sonra tekrar tekrar aşılatılması bana göre gereksiz. Tabi ki bu benim görüşüm.

11 Şubat 2014 Salı

Sessizlerin sesi olabilmek adına...


Gözümün önünden gitmiyor o kedicik. Masum zavallı ne kadar acı çekmiştir. Dolabın altına saklanmış, bağırsakları dışardayken. O pislikse kuyruğundan çekip, tam 1.5 saat sonra "sen hala ölmedin mi" diyerek videoya çekmiş. Beynim zonkluyor kafamda canlandırırken bile. O zavallının çektiklerini hissetmeye çalışıyorum. Beklediği tek şey sevgiydi halbuki. Kedime bakıyorum şu an, bakmaya doyamadığım, bir yerine bir şey olacak diye üstüne titrediğim, bir gün onu kaybedeceğim diye düşünürken bile acı çektiğim kedimin o acıları çektiğini düşünüyorum da çıldırıyorum sinirden. 

O pislik, aşağılık yaratık bizim lanet kanunlarımıza göre sadece "KABAHAT" işledi. Hayvanlara ne yaparsanız yapın, bağırsaklarını çıkarın, üstüne asit dökün, gözlerini oyun, kulaklarını kesin, KABAHAT yapmış oluyorsunuz. Bu çocukcağız da yapmış bir kabahat işte abileri, ablaları. Altı üstü bir kedi değil mi canım, ne olmuş. İnsandan önemli mi? Şimdi gencecik çocuk hapislerde mi sürünsün bir kediyi öldürdü diye? 

En son, 5199 sayılı hayvanları koruma kanununun değişiklik tasarısı gündemdeyken sokaklara dökülmüştük. Hayvanlara karşı işlenen bu tip olaylar kabahatler kanununda değil, ceza kanunda değerlendirilmeli diye. Ama anlayan var mıydı meclistekilerden çok merak ediyorum. Hayvanları koruma kanunu dendiğinde, hayvanların sokaklardan toplanması ve ormanlık alana atılması, ölüme terkedilmesini mi anlıyorlar? Hayvanlar üzerinde deneylerden bahsediliyor yahu bu kanunda. Aklım almıyor. Hayvanları Koruma Kanunu. Canlı canlı kesip biçerek, üzerlerinde bir sürü kimyasal ve zehir deneyerek mi koruyacaksınız? 

Sokaklardaki kedi köpeklerden rahatsız oluyormuş insanlar. Ne yapalım o zaman. Toplayıp götürelim, ormana atalım, gözden uzak olsun, orda ne bok yerlerse yesinler. Birbirini yiyorlar köpekler biliyor musunuz açlıktan ormanlarda. Ya da toplayalım hepsini gebertelim gitsin. Nüfusları çoğaldı bir dur demek lazım. Aslında bu dünyada nüfusu fazla olan bir tür varsa o da insan. Neslimiz tükense de kurtulsa dünya bizden.

Devletin, belediyenin görevi, bu hayvanları toplamak, aşılarını yapmak, kısırlaştırmak ve aldığı yere geri bırakmaktır. Sokaklarda hayvan görmek istemiyoruz, korkuyoruz, bikbikbik diyenlere de şöyle demek istiyorum. BEN DE SENİ GÖRMEK İSTEMİYORUM. Seni ve senin gibileri toplayıp ormanın içine bırakmak istiyorum. Senin ve benim yaşamaya ne kadar hakkımız varsa o masumların da o kadar hakkı var. Ve şuna emin olun, bir hayvana en ufak bir sevgi kırıntısı verdiğinizde misliyle geri alırsınız. Toplumda vicdan ve empatinin gelişmesini istiyorsanız çocuklarınıza önce hayvan sevgisini kazandırın lütfen. 

Şimdi; karnı deşilmiş, saatlerce acı içinde ölümü beklemiş bir kedinin ardından, tekrar aynı taleplerle sokaklara dökülüyoruz. Pazar günü Türkiye genelinde eylem var, tekrar sesimizi duyurabilmek için, bizim dilimizden konuşamayan masumlar adına konuşabilmek, savunmasızların hakkını savunabilmek için. İktidarın kendi derdine düşmüş gündeminde belki yer bile edemeyeceğiz ama sessiz kalmamak adına mutlaka bir şeyler yapılmalı. Eylem için belirlenen yer ve saatler şimdilik şöyle;

HAYVANLARA KARŞI YAPILAN ŞİDDET TECAVÜZ VE KATLİAMA DUR DİYORUZ !
EYLEM TARİHİ VE YERLERİ!

16 Şubat pazar günü saat 15:00 çanakkale/iskele

10 Şubat 2014 Pazartesi Saat: 19.00 İstanbul / Kadıköy Boğa Heykeli 

15 Şubat 2014 Cumartesi Saat: 14.30 Ankara / Kızılay Sakarya Caddesi
(Etkinlik Sayfası:

16 Şubat 2014 Pazar Saat: 13.00 İstanbul / Nişantaşı Kedili Sanat Parkı 

16 Şubat 2014 Pazar Saat: 14.00 İstanbul / Taksim Galatasaray Lisesi önü (İmza kampanyası. Düzenleyen: Tuna Arman) 

16 Şubat 2014 Pazar Saat 15.00 İstanbul / Kadıköy 
(Etkinliksayfası: 

16 Şubat 2014 Pazar Saat 13.30 İzmir / Konak 

16 Şubat 2014 Pazar Saat 13.30 Kayseri Almer Alışveriş Merkezi 
(Etkinlik Sayfası:

16 ŞUBAT PAZAR SAAT 14 00 ANTALYA ŞARAMPOL KAPALI YOL HALK BANKASI ÖNÜ..ANTALYA ŞARAMPOL KAPALI YOL HALK BANKASI ÖNÜ..


 

10 Şubat 2014 Pazartesi

İnsanlıktan yorulmak...


Sabahları kalkar, rutin temizlik, makyaj, saç baş, sonra kalan 15 dakikada falan da internete girip biraz haber bakarım. Bugün bilgisayarı açıp facebooka girdiğimde gördüğüm şey; bağırsakları dışarı çıkmış bir kedi fotoğrafıydı. Eskişehir'de okuyan Can Aksoy adında bir öğrenci, bir kedi sahipleniyor. Facebooktan takip ettiğim bir Cafe. Kedi sahiplendiren, hayvanlara bakan bir Cafe. Kediyi buradan sahiplenmiş. Adı Can olan bu cani, kedi yatağına işedi diye, kedinin karnını bıçakla yarmış, bağırsakları dışarı çıkan hayvan bu şekilde 1,5 saat acılar içinde yaşamış ve 1,5 saat sonra üzerine damacana atarak öldürmüş. Bunları videoya çekmiş ve arkadaşıyla paylaşmış. 



Böyle şeyler duyunca, görünce içim çekiliyor. Tüm enerjim bitiyor. Bütün sinir hücrelerim geriliyor. Videoyu izlemedim, izleyecek gücü bulamadım kendimde. Bugüne dek hayvanlara yapılanlarla ilgili o kadar çok video izledim ki, her izlediğimde de ağladım sinirimden. İnanın, bunu tüm içtenliğimle söylüyorum, bu insanları benim elime verseler, kılım kıpırdamadan, zerre kadar acıma duymadan, aynısını yaparım. 

Bir pislik, psikopat,  masum ve zavallı bir kediciği alıp, karnını deşiyor, bağırsakları dışarda acı çeken hayvancığı videoya çekiyor ve bundan zevk alıyor. Kahretsin ki, öyle boktan bir sistemimiz var ki, bu kediciğin canı beş para etmiyor. Bunun bir cezası yok. Hayvanlara karşı işlenen suçlar hayvanın ancak "mal" statüsünde olduğu durumlarda cezaya dönüşüyor. Sahipli mala zarar vermekten. Bunun örneğini Ufuk Günaydın olayında gördük. İzmir Bornova'da kedi Yamuk'u tekmeleyerek öldüren bu cani de yargılanmıştı. Birkaç duruşmasına da girdim bu pisliğin. Kediye büfesinin önünde bakan büfe sahibi dava açmış ve ufuk günaydın denilen bu yaratık "mala zarar verme, çalışamaz duruma getirme" den dolayı 4 aylık bir hapis cezası almış, infazı 5 yıl ertelenmişti. 5 yıl içinde aynı şekilde bir suç işlediğinde bu cezası da infaz edilecek. 

Can Aksoy ne ceza alır? Başkasının malı da değil, kendi malı sonuçta bu kedi. Ben söyleyeyim, hiçbir ceza almayacak. Belki kıytırık bir para cezası. Yasalarımız değişmedikçe, aslına bakarsanız bu zihniyet değişmedikçe bizden bi bok olmaz. Gary L.Francione'nin Hayvan Haklarına Giriş kitabında bahsettiği gibi hayvanlara "mal" gözüyle baktığımız sürece, insan dışındaki canlılara karşı uygulanan ahlak dışı muamele asla yok olmayacak. Çünkü o canlının canının bir değeri yok ki yasalarda. İçinizdeki her türlü pisliği, psikopatlığı bu zavallılar üzerinde tatmin edebilirsiniz. O yüzden bir taraflarımızı yırtıyoruz işte, hayvanlara karşı işlenen suçların değerlendirilmesi kabahatler kanunundan çıkarılıp, ceza kanununa dahil edilmeli. Zavallı ve masum bir hayvancığa bunları yapabilen bir yaratık, kendi türünden birine böyle şeyler yapmak için çok daha fazla sebep bulabilir. Ve ceza alabilmesi için bu yaratığın aynı şeyleri bir insana yapması için beklememiz gerekiyor. Çünkü bir kedinin canının bir değeri yok. 

Bugün kabus bununla da bitmedi. İş yerime geldim, gazetede şu haberi gördümTürkiye'ye özgü bir şey değil diye boşuna demiyorum. Hayvanlar konusunda tüm dünya insanları olarak vicdansızlık ortak noktamız. Her gün, her saniye kesilen, işkence gören, hayatının tümünü işkence ve acı içinde geçiren milyarlarca hayvan var et endüstisinde, yumurta endüstrisinde, kürk endüstrisinde, sirklerde, av çiftliklerinde, süt endüstrisinde. 






Danimarka'da bir hayvanat bahçesinde yavru bir zürafa, fazlalık olduğu gerekçesiyle, kesilmiş ve aslanlara yem edilmiş. Fotoğraflara bakın, çoluk çocuk etrafını sarmış, zürafa yerde ayakları bağlı yatırılmış, herkesin elinde cep telefonları kayıtta, elinde bıçakla beyaz önlüklü bir adam. Turistik bir gezideymiş gibi, meraklı kalabalık kayıtta. Kaydedilecek, paylaşılacak ve defalarca izlenecek bir görüntü onlar için. 

Nasıl da kibirliyiz, nasıl da kendimizi dünyanın efendileri olarak görüyoruz. Arılar ve karıncalar yok olursa canlı hayatının biteceği söylenir. Bir arı ve karıncaya dahi bu doğanın ihtiyacı var, bu dengenin sağlanmasında en ufak bir böcek dahi gerekli ve faydalı. Peki biz insanlar. Dünya için bir faydamız olduğunu düşünüyor musunuz? Doğanın dengesini bozan, sürekli tüketen ve zarar veren bizleriz. Bu dünyadan yok olsa dünya için hayırlı olacak tek tür bizleriz.  

Bu sabah kabusa uyandım. Mesai başladığından beri işimin arasında satır satır yazıyorum bunları. Kopukluklarla dolu bir yazı oldu ama aslına bakarsanız ben de böyleyim bugün. Kopuk. İşime odaklanamıyorum. Gözümün önünde, bağırsakları dışarı çıkmış bir kedi var, hissettiği acı var kalbime saplanmış, 18 aylık bir zürafa var, fazlalık olduğu için aslanlara yem edilmek üzere parçalara ayrılan. İnsanlardan, insan olmaktan nefret ediyorum bugün. 

8 Şubat 2014 Cumartesi

Sırça Fanus - Sylvia PLATH


sylvia plath

Sylvia Plath, içimi oydu diyebilirim. Çok etkilendim. Her kitaptan sonra mutlaka internette bir tarama yaparım. Sylvia Plath'ın biyografisini de okuyunca daha da bir fena oldum.

1932 doğumlu yazar, 18 yaşında başladığı intihar denemelerinin sonuncusunu henüz 30 yaşındayken yapmış. İngiliz şair Ted Hughes'le evlenen ve iki çocuğu olan Sylvia, çocukları uyurken odalarına süt ve kurabiyelerini koymuş. Kapılarını sıkıca kapatmış ve aralıkları bantlamış, sonra mutfağa gidip gazı açmış ve kafasını fırının içine sokarak intihar etmiş.

Sırça Fanus'ta kendini anlatmış Plath. Çıkmazlarını, akıl hastanesinde yaşadıklarını, intihar girişimlerini... 

  • Bir gün sonra yine yıkanmak gerekeceğine göre bugün yıkanmak düpedüz aptallıktı. Bunu düşünmek bile yoruyordu beni. Her şeyi birden, ilk ve son kez yapıp kurtulmak istiyordum.
  • Kafamda akıl namına ne kalmışsa, onu kullanarak bedenimi tuzağa düşürmem gerekiyordu, yoksa beni elli yıl boyunca o ahmak kafesinde hiçbir anlamı olmayan bir yaşama mahkum edecekti.
  • Burnuma bebek maması, ekşimiş süt ve tuzlanmış morina kokulu bez karışımı bir koku geldi ve kendimi kederli ve duygusal hissettim. Çocuk doğurmak çevremdeki kadınlara ne kadar da basit geliyordu? Neden ben böyle annelik duygusundan yoksun ve uzaktım? 
Filmi de varmış "Sylvia". En yakın zamanda onu da izlemeli. Film için beklentiyi yüksek tutmamak lazım ama kitap gerçekten hüzne boğdu beni. 

4 Şubat 2014 Salı

Sahte Mesih - Erhan AFYONCU

Sabetaycılık, sabetayist kelimelerini duymuştum ama hiçbir bilgim yoktu desem yalan olmaz. Duyduklarımda şu şekildeydi hep; "bilmem kim  Sabetaisytmiş, şu aile sabetaycıymış" vs. gibi. Hatta internette aradığınızda bir Sabetayistler listesi çıkıyor ki karşınıza şaşırırsınız. Tüm zengin ünlüler meğer Sabeteyistmiş yahu :)) Önüne gelene Sabetayist demişler. Bu kitapla bu konuda aydınlandım diyebilirim. Erhan Afyoncu, gerek Sabatay Sevi'nin hayatını, başlattığı hareketin nasıl yayıldığını, gerekse o dönemde Osmanlı'da ve dünyada Yahudilerin durumunu fazla detaya girmeden ve sıkmadan güzel bir şekilde özetlemiş. 

Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde Osmanlı'da devlet yönetiminde, hekimlik ve ticarette başarılı olmuş yahudiler anlatılıyor. Zaten genel olarak baktığımızda tarihin hangi döneminde olursa olsun, Yahudiler hep ticarette lider olmuşlar. Para pul işlerinden gerçekten anlıyorlar :) Şöyle de bir durum var ayrıca - ki bu konuyu hala çözebilmiş değilim - tarihin pek çok döneminde yahudiler soykırıma tabi tutulmuş, dışlanmış, yok edilmesi gereken bir topluluk olarak görülmüş. Sadece Hitler değil yani, Yahudileri yok edilmesi gerekli böcekler olarak gören. Mesela kitaptan öğrendiğime göre 1348 yılında Güney Fransa'da ilk yahudi katliamı başlamış. Veba salgınının sebebi olarak görülen yahudiler diri diri yakılmaya başlanmış. Bavyera'da 12 bin, Erfurt'da 3 bin, Strazburg'da 2 bin yahudi yakılmış. Bu zulümden kaçan Yahudiler de Osmanlı'ya sığınmış. 

Sabatay Sevi, 1626 yılında İzmir'li yahudi bir ailenin en küçük oğlu olarak doğmuş. İzmir'in sayılı zenginlerinden olan ailenin maddi durumu oldukça iyi. Sabatay da, kendini bu maddi refahın içinde dine adıyor. Dini eğitim görüyor, 15 yaşından itibaren inzivaya çekiliyor. Genç yaşta kısa sürelerle başından iki evlilik geçiyor. İkisi de kısa sürede sonlanıyor, çünkü Sabatay eşlerine el sürmüyor. O dönemde tuhaflıkları başlıyor. Bazı araştırmacılar onun manik depresif psikoz özellikleri gösterdiğini belirtiyor.

Tuhaf davranışları nedeniyle Sabatay Sevi, yahudi cemaati tarafından dışlanıyor ve önce İzmir'den sonra Selanik'ten ve sonra İstanbul'dan da kovuluyor. Sevi, 1662 yılında Kudüs'e doğru yola çıkıyor ve 1665'te  mesihliğini ilan ediyor. Mesihliği ilanı da aslında biraz zoraki gibi. Birisiyle tanışıyor ve bu kişi sen Mesihsin falansın filansın diyip öne atıyor gibi :) Neyse işte, tuhaflıkları yüzünden deli olarak görülen ve her gittiği yerde Yahudi cemaatince dışlanan Sabatay, mesih olduğunu iddia ettikten sonra olan oluyor. Söylentisi kendinden önce gidiyor gittiği yerlere. Ya da şöyle demek daha doğru, gideceği yerlere söylenti götürülüyor ön ekip tarafından. Yok şöyle mucizeleri var, yok suyun üstünde yürüyor, uçuyor kaçıyor bilmem ne. 

İstanbul'a dönüyor yine ve burada artık işler çığrından çıkıyor. Dünyanın dört bir yanından Yahudiler, mesihlerinin kendilerini Filistin'e götüreceğine inanarak göç hazırlıklarına başlıyorlar. Millet İstanbul'a akın ediyor mesihlerini görebilmek umuduyla. Osmanlı'nın da  dikkatini çekiyor tabi bu durum. IV.Mehmet tahtta. İşin sonunda efenim, kimmiş bu mesih görelim bir bakalım deniyor. Yakalanıp getiriliyor, Sabatay'a haydi bakalım göster mucizeni diyorlar. Okçularımız seni oklayacaklar, eğer ok işlemezse tamam sen Mesihsin, diyorlar. Duruma bakar mısın :D Sabatay ne yapıyor derseniz, tabi ki okçular tarafından delik deşik edilmiyor :) Eşhedu ennaaaa diyip müslüman oluyor o dakika :)) Ne yapsın adam yani, mecbur. 

İşte o dönemde mesihlerinin din değiştirmesiyle, bir çok yahudi de müslüman oluyor ve bu kişilere "dönme" deniyor. Sabatay Sevi oluyor Aziz Mehmet Efendi. Maaş da bağlanıyor kendisine. Ama gizliden gizliye Yahudi duaları, ayinleri yapmaya devam ediyor. Bu anlaşılınca da sürgün ediliyor ve burada ölüyor. 

Sabatay Sevi olayı budur. Yani söz konusu din olduğunda, insanların inanmaya ne kadar müsait olduğunu göstermek adına güzel bir örnek. Ben de çıkıp mesihim falan desem, bir ekip oluşturup reklamımı yaptırsam, mucizelerimi anlattırsam sanırım benim de müritlerim olur :) Ama kadın olduğumdan hiç şansım yok. Çünkü tüm dinlerde geçerli ortak konu da şudur ki, kadınsanız ikincil cinssiniz. Öyle yüce bir sıfata layık olamazsınız. 

Erhan Afyoncu'nun emeğine sağlık. Kitabın sonunda da baya kapsamlı bir belge ve kaynakça bölümü var. Dediğim gibi, benim açımdan aydınlatıcı bir kitap oldu. Tavsiye ediyorum.

2 Şubat 2014 Pazar

Ispanaklı Kek mi olurmuş ?

Ceren'in bana hediye ettiği postla birlikte aklıma düştü ıspanaklı kek. Ceren, pastasını yapmış. Ben hep kekini yapmıştım. Dedim ben de bu sefer şantili mantili yapayım biraz farklılık katayım. Uzun zamandır da yapmıyordum. İyi oldu. 


Önceden atardım kek kalıbına çıkarır yerdim. Böyle kekten parça alacaksın, onu rondodan geçireceksin, fıstık görünümü verip, şantiyle sıvadığın keke dökeceksin falan uğraşmazdım. Ama böyle daha afili oldu be :) 

ıspanaklı pasta

Gözünü sevdiğim ıspanak :) Çok güzel oldu çook :)



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...