31 Ağustos 2012 Cuma

            Memur olmanın dayanılmaz güzelliği.. Dün tatildi. Tüm resmi bayramlarda olduğu gibi... İzmirliler bilir. Buca Kaynaklar tarafında kahvaltı yapabileceğiniz bahçeli, yemyeşil mekanlar var. Etrafta kedilerin, tavukların  dolandığı, püfür püfür esen bi yerde yaptık kahvaltımızı. Doğal mıydı yediklerimiz bilemem -ki hiç sanmıyorum, doğalı kim kaybetmiş biz bulalım- ama tıka basa yedik :) Sonrasında evde pinekledik. Akşamüstüne doğru biraz temizlik yaptım. Evi bok götürüyor resmen. Dün komple temizlik yapacaktık ama  benim Sid kocam (buz devrinde var ya tepeden gözlü kambur yaratık :))  illa bugün yapmayalım diye tutturdu. O uyudu ben sadece mutfak dolaplarını temizleyebildim. O kadar pislik içindeyiz yani düşünün 3 saatte sadece mutfağın 4/1'ini temizleyebildim. Her yerde benim saçlarım, pisikuzumun tüyleri ve kocacım Sid'in bacak kılları :D Kocaman bir tüy yumağı halinde yaşıyoruz evin içinde. Birileri eve gelir falan diye ödümüz patlıyo valla. Klimadan dolayı salonda yattığımız için göçebe çadırı gibi salon. Neyse cumartesi günü büyük temizlik var. Hallederiz bir günde.
            Her yazıya bir kedicik koyayım güzel güzel baksınlar. İçim açılsın, ağzım sulansın, dişlerim sıkılsın :P Bünyemde bunları yapıyor kediler işte.

29 Ağustos 2012 Çarşamba

   Bugün de her günkü gibi simit, peynir ve çay üçlüsüyle yaptım kahvaltımı. Kaç kişi her sabah aynı şeyi yiyerek kahvaltı yapıyor acaba? Sanırım tüm memurlar :) En azından benim tanık olduklarım bu kesimden. 35 senelik memuriyet hayatında her sabah simit yiyen insanlardan olacak sanırım benim de geleceğim. Göbek de simit halini alıyor tabi bi süre sonra. Otura otura yediğimiz bi yerimizde toplanıyor. Otura otura dedim de, yan tarafta büyük bir inşaat var, adamlar sabahın köründen akşama kadar güneş altında - ki normal bi sıcaklıktan bahsetmiyorum, İzmir'in yakıcı güneşi ve yapış yapış eden nemi de ekleyin bu tasvire- harıl harıl çalışıyorlar. Biz burda klimalı odalarda, bilgisayar karşısında, öff çok sıcak diyoruz. Ne nankör insanız ya. Bak bi adamlara kafanı uzatıp dimi. Kaç para alıyorlar acaba diyorum, kendi aldığım maaşı hak edip etmediğimi sorguluyorum.
   Kaç kişi yaptığı işi seviyor acaba bu ülkede? Dünyada mı demeliydim bilmiyorum ama sanki Türkiye'de bu oran çok daha fazlaymış gibi geliyor. Sevmediği işi yapan insanlar topluluğu, nefret ede ede, küfrede ede iş yapan, amirinden, memurundan nefret eden, hizmet verdiği insanlara işkence çektiren, hayatı kendine de başkalarına da zehir eden çalışanlar grubu. Kendi açımdan baktığımda çok da sorgulamıyorum ancak işimi sevmiyorum evet. Keşke şu olsaydım bu olsaydım diyorum ama çok geç. İşi para kazanmak için bir araç olarak görüyorum. Haftanın 5 günü, günümün 8-9 saatini burada geçirip, maaşımı alıyorum. Bir çok insana göre kafamın rahat olduğu bir yerdeyim ve şükrediyorum. Zavallı kocacığım işi yüzünden psikolojisi bozuldu. İlaç kullanıyor. Biraz da karakter meselesi bu. Sorumluluğunu kusursuzca yerine getirmeye çalışan, titiz çalışan, her şeyi kafasına takan insanlar açısından memuriyet - özellikle de sorumluluk getiren pozisyonda isen- pek de rahat bir iş değil.
   İş zamanından çaldığım 15 dakikayla yazdığım bu satırlara son vermeli artık.
   Herkesin sevdiği işi yapması dileğiyle...
  

Yazma ihtiyacı neden hisseder ki insan? Dışavurum veya paylaşma isteği... Bilmiyorum benim yazma sebebim hangisi. Özel hayatı çok da paylaşma yanlısı değilimdir aslında. Facebookta her anını fotoğraflayarak paylaşan insanların amacını pek de anlayamam ama blog okumayı seviyorum. Belki bu yüzden ben niye yazmayayım diye düşündüm. Birkaç yazıdan sonra bitecek bir heves de olabilir. Devam da edebilirim. Günlük tutar gibi yazmak istiyorum. Önceden günlükler köşe bucak saklanırdı. Şimdi ise okunsun diye yazıyoruz. Hadi hayırlısı...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...