30 Ekim 2014 Perşembe

İşe dönüş...

Yazamadım ne zamandır. İzin bitti, döndüm geldim, oturdum masama. Çalışma arkadaşım da yoktu pazartesi salı, iki günde işler birikmiş, karışmış. Sabahtan nefes almadan onları toparladım, bugünkü işler bekliyor şimdi. Onlara girişeceğim az sonra. 

Yazma potansiyelim düştü son zamanlarda. Daha sık aralar veriyorum farkındayım. Aslında kafamda dönüp dolaşan kelimelerin haddi hesabı yok ama oturup da toparlayacak gücü ve isteği bulamıyorum kendimde. Hayır, keyfim de yerinde, moral bozukluğundan değil. Bir isteksizlik havası var yazmaya karşı.

Şu 2 paragrafı 2,5 saatte yazdım. İnsan izindeyken işten o kadar çabuk kopuyor ki, sanki yıllardır izinliymişim gibi. Böyle yoğun bir giriş yapınca da sudan çıkmış balığa dönüyor.


İkeaya gittim tek başıma geçen hafta. Yatak başına okuma lambası alacaktım ya, aldım geldim ama yatak başına olmadı :( Ben de salondaki kitaplığa taktım, gayet güzel oldu. Başka neler yaptım? Üzüm kızla evde pinekledik çoğu zaman. Ders çalıştım, evi toparladım, uyukladım, arada bi gezdim tozdum. Saçımı kestirdim, kalıcı oje yaptırdım :) Ablam zorlamasaydı yaptırmayacaktım, değişiklik oldu, fena olmadı. 15 gün french french takılcaz tırnaklarımla. Kuaförlerde acayip sıkılıyorum, normal bir kadın olmadığımı biliyorum. Fenalıklar geliyor bana, o yüzden hiç sevmem kuaföre gitmeyi. Ablamın güzellik salonu var ve ben bir defa gidip manikür, pedikür, sir falan yaptırmadım, düşünün yani. Saç baş yaptırırken zaten sıkılıyorum da, bir de kıl mevzularına kuaföre gitmeye çekiniyorum yaa. Hele özel bölge mevzusuna hayretler ediyorum. Bana tuhaf geliyor yani, ben yaptıramam :) Eşim de bu konuya deli dehşet şaşırıyor. "Nasıl yaa, şimdi, kadın gidip, bacaklarını ayırıyor, alla alla, hayret bişi" nidalarıyla erkekler de bu şekilde yapsa olacakları sıralıyor, eğleniyoruz :)

Günün çorbası'nda okuduğum tavsiye üzerine "Beni Asla Bırakma"yı izledim. Beğendim filmi, ama şu Keira Knightley var ya, çemçük ağız Keira, acayip gıcığım o kadına ya. Anna Karenina'da izlediğimden beri çok sinir oluyorum. İtici şey. Ayrıca filmde Tommy'e de acayip kıl oldum. Bir insan bu kadar mı uyuz olur yaa. Kukla gibi, kim nereye çekerse gidiyor. Filmin konusu bana çok gerçekten uzak gelmedi aslında. İnsan denilen tür, filmdeki olayı gerçek yapabilecek kadar zalim bana göre. Gelecek günlerde olmayacak, yapılamayacak bir şey değil bence izlediklerim. Distopyaları severim, hem okumayı, hem izlemeyi. Kitabını okuduğum bir filmi izlerim ama filmini izlediğim kitabı okumam gibi geliyor. Eminim kitap çok daha iyidir ama ilk olarak filmi izlediğim için çok beğendim ben. Ben de tavsiye ederim.

Şimdilik bu kadar olsun. Görüşürük yine.


21 Ekim 2014 Salı

Keyifli günler

Ayın 30'una kadar izinliyim. Hem kalan iznimi kullanmak adına, hem dinlenmek, keyif çatmak hem de ders çalışmak adına alınmış 10 günlük bir izin. Dün ufak çaplı bir plan yaptım. Daha önce çalıştığım derslerin tümünü tekrar edip, bitirmeyi planlıyorum. 

Evde olmayı seviyorum. Tatildeyim diye bütün günü uyuyarak öldürmek istemediğimden sabah 8'de kalktım ve yürüyüşe gittim. Hava artık önceki gibi sıcak değil, ama güneşli bir hava var. Baya kalabalıktı yürüyüş parkuru, spor lisesi öğrencileri koşuyorlardı. İlk defa burada sincap gördüm. 5 karga peşine düşmüştü yavrucağın, umarım kurtulmuştur ellerinden. 

Bir de yine bir kedicik buldum.  Parkurun kenarında oturmuş geleni gideni izliyordu. Durdum sevmek için, hop atladı hemen kucağıma. Ben de kenardaki banka oturup, doya doya mıncıkladım onu. Ben onu mıncıklarken o bana pati masajı yaptı :) Sonra ayrıldık. 


Eve gelirken gevrek aldım, biraz da meyve. Kahvaltımı yaptım. Şimdi biraz kitap keyfi yapıp daha sonra ders başına oturacağım. Yarın da çarşamba pazarına gitmeyi düşünüyorum. Özledim pazarda tezgah deşmeyi. Çok ucuza çok güzel şeyler bulabiliyorsunuz. Bir gün de ikeaya gidicem. Yatağımın başına okuma lambası alacağım. Eşim ikeadan nefret ettiği için muhtemelen kendim gideceğim. Yanınızda sıkılan biri olduğunda hiç keyif alınmıyor gezmekten. O yüzden yalnız gitmek benim için de en iyisi olacak. 

Hadi bakalım, herkese keyifli günler...


19 Ekim 2014 Pazar

Yazarlık, yazma süreci ve kitaplar hakkında 3 film...

Cuma akşamından başlamak üzere her güne 1 film izledim bu haftasonu. 

Cuma filmim Jane Austen Kitap Kulübüydü. 2007 yapımı bir film. 5 kadın ve 1 erkekten oluşan arkadaş grubu her ay Jane Austen'in bir kitabını okumak ve üzerinde konuşmak için bir kulüp kurarlar. Aynı benim ortaokuldayken ucundan da olsa yapmayı başardığım gibi bir kitap kulübü. Jane Austen'in hiçbir kitabını okumadım. Okuyanların çok daha fazla keyif alacağı sıcacık bir film. İçinde kitapların olduğu her şey gibi sıcak. 


Cumartesi günü 2002 yapımı Adaptation'u izledim. Ülkemizde "Tersyüz" olarak vizyona girmiş. Nicolas Cage ve Meryl Streep. Film kendi yaratılma sürecini anlatıyor. Meryl Streep'in yazmış olduğu kitabı senaryolaştıran Nicolas Cage'in yazım sürecinde yaşadığı çıkmazlar. Filmin başında Nicolas Cage'in iç konuşmasını aynen yazmak istiyorum: 
"Kafamda özgün bir düşünce var mı? Kel kafamda.Belki daha mutlu olsaydım saçlarım dökülüyor olmazdı. Hayat kısa, iyi değerlendirmem gerek. Bugün, kalan hayatımın ilk günü."
Ve bugün The Hours (Saatler)'i izledim. Julianne Moore, Nicole Kidman ve Meryl Streep'le müthiş bir kadroya sahip bu film de 2002 yapımı. Nicole Kidman'a en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandırmış filmde, Kidman'ı Virginia Woolf olarak görüyoruz. Virginia Woolf'un Mrs. Dalloway kitabından beslenen filmde 3 kuşak kadının yaşamlarından kesitleri izliyorsunuz. Kitabı okumadım. Belki bu yüzden filmi beğendim. 

17 Ekim 2014 Cuma

Mehmet Pişkin ve yaşama isteğini yitirmek üzerine...



Çalışırken iş yerinde gördüm hakkındaki haberleri ve yorumları. Videoyu ise biraz önce izledim. Halbuki akşam sıcacık bir film izlemiştim ve onu yazacaktım. Ama allak bullak oldum videoyu ve altındaki yorumları okuyunca. 

Profiline 5 dakika bakan birinin edineceği izlenim, Mehmet Pişkin'in sevilen, başarılı, maddi açıdan rahat bir yaşam süren biri olduğudur. Videoda izlediğim kişi ise,  yaşama isteğini yitirmiş biri, bakışlarından, söylediklerinden o kadar net bir şekilde anlaşılıyor ki bu. Yaşamına son vermek, bu kararı alabilmek ve uygulayabilmek bir insanın alabileceği en uç karar. Bir insanın bunu yapabilmesi için bir şeylerin gerçekten kopması ve bir daha asla düzelmeyeceğine inanması gerek. O buna inanmış. Öyle yorumlar okudum ki, insana ve insanlığa olan umutsuzluğum pekişti. 

Yaşamına son vermiş birinin ardından, o çok inandıkları dinlerinde geçen ölüye saygı kısmını yok sayarak, "allaha inanmıyormuş, görmüştür şimdi var mıymış, yok muymuş, ateşi bol olsun" gibi zırvalarıyla, salyalarını akıta dursunlar. Doğru aslında, bu dünyada o kadar çok insan, aşağıladıkları hayvanlar gibi ödül-ceza sistemine göre yaşıyor ki. Sırf cennete gidecekleri vaadiyle iyilik yapıp, sırf cehennem korkusuyla bastırıyorlar benliklerindeki pislikleri. Onların kendilerinden başka tercihlere, kendi düşüncelerinden başkalarına, kendi doğrularından başkalarına, kendi dinlerinden başka dinlere, kendi kitaplarından başkalarının kitaplarına, kendi giyim tarzlarından başta tarzlara, kendi cinsel tercihlerinden başkalarına tahammülleri yok. Her şey onlar gibi renksiz, bağnaz, hoşgörüsüz ve zalim olsun istiyorlar. Onların vicdanlarında, benliklerinde iyi ve kötüyü, doğru ve yanlışı ayırt edebilecek donanım o kadar yok ki, ottan boktan her konuda fetva alma gereği duyuyorlar birilerinden.  Yaptıklarının tasdik edilmesi veya yasaklanması gerekiyor. O kadar bıktım ki bu tiplerden... Birileri farklı bir şey söylediğinde, yaptığında, yazdığında, düşündüğünde toplu halde saldırıya geçen bu kapkara zihniyetten öyle tiksiniyorum ki artık...

Mehmet Pişkin, artık yok. Yaşama isteğini, mutlu olma arzusunu yitirmiş ve kendi isteğiyle hayatına son vermiş biri. Öyle bir toplumda yaşıyoruz ki, adamın son arzusunu yerine getirebilmek bile mümkün değil. Allaha inanmayan birini, islami usullerle yıkayıp, cenaze namazını kılıp, dualarla veriyoruz toprağa. Çünkü aksini yapabilmek mümkün değil ki. Sonra elalem ne der? Elalem kaygısından ve baskısından kurtulabilmek bizim toplumumuz açısından pek mümkün görünmüyor. Keşke öyle olmasa, keşke öyle olmadığı günleri görebilsem. 

Mehmet Pişkin'in kararının doğru ya da yanlışlığının analizini yapmıyorum. Bu onun kendi tercihiydi. Mutsuz olduğu bu hayattan istifa etti. Çoğu kişi bu davranışın bencilce olduğunu düşünse de, başkaları için mutsuz ve uzun bir ömür yaşamasındansa ölmeyi tercih etmesini bencilce görmüyorum ben. Mutsuz olan bir insanın, sırf birileri üzülmesin diye hayatta zorla tutulmak istenmesi de bencilce bir davranış değil midir? Sen intihar edersen ben mutsuz olacağım, o yüzden yaşamak zorundasın. Farkı var mı diğerinden?

Kimsenin yaşama umudunu yitirmemesi dileğiyle...

12 Ekim 2014 Pazar

Erteleme Sanatı - John Perry

Kitabı kurban "bayram"ında eşimin memletinde, eşim ve ailesi hayvan parçalarken, bıçak bileyleme ve kemik kırma sesleri eşliğinde, arka odada babaanneyle otururken okudum. 

Kitaba o kadar çok yerde rastladım ki, ben de aldım sonunda. Başarılı bir satış tekniği yapılmış kitaba. Birkaç saat sonra bitirdiğimde verdiğim tepki de şuydu: "eee, bu mu  yani!"  Neden beklentim yüksekti bu kitaba onu da anlamadım. Dediğim gibi iyi pazarlanmış, vasat bir kitap bence. Tabi ki ben bir kitap eleştirmeni falan değilim, tüm bunlar kişisel yorumlarım. 

Koca koca puntolarla yazılmış, çizimlerle desteklenmiş, kocaman  sayfa kenar boşlukları bırakılmış. Bu kadar zorlamaya sadece 118 sayfa elde edilmiş. Normal puntolarla ve normal kitap prosedürüyle yazılsa 60 sayfayı bulurdu. 

İçeriğe gelince, kendimle ilgili öğrendiğim birkaç şey oldu. Mesela akrasia; yani insanın kendisi için en iyi olduğunu düşündüğü şeyi yapmaktansa neden başka şeyler yapmayı yeğlediği sorunuymuş. Ders çalışmak benim için en iyisiyken, halıların üzerindeki tüyleri temizlemek, şambali tatlısı yapmaya çalışmak ve abuk subuk işler uydurmak gibi. 

Ufak bir alıntı da yazayım:
  •  Erteleyen insanların hiçbir şey yapmaması nadiren görülen bir şeydir; bahçecilik veya kurşunkalem açmak ya da ilk fırsat bulduklarında dosyalarını nasıl düzenleyeceklerini gösteren şemalar hazırlamak gibi daha az yararlı işler yaparlar. Erteleyen insan bunları neden yapar? Daha önemli şeyleri yapmaktan kaçınmanın bir yolu olduğu için yapar. Erteleyicinin tek yapması gereken kurşunkalem açmak olsa, dünyada hiçbir güç ona bu işi yaptıramazdı. 
Kapağını beğendim, eğlencelik, çerezlik kitap severlere tavsiye edilebilir. Foto nasıl ama :)

10 Ekim 2014 Cuma

Ülke gündemi ve kişisel durumlara dair...


Dün bütün akşam tepemizde polis helikopterleri alçak uçuştaydı. Geleceği göremeyen gözler hala kör olsa da, aylar, yıllar öncesinden belliydi başımıza gelecekler. Bir şeyleri değiştirmek için umarım hala vaktimiz ve gücümüz vardır. Beni okuyanlar biliyordur, son seçimden sonra aldığım apolitik olma kararımı hala uygulamaya çalışıyorum. Görmemeye, duymamaya, takmamaya çalışıyorum. Bu ülkeyi bu hale sokanların zerre kadar umurunda olmazken yaşananlar, ben neden psikolojimi bozayım düsturuyla hareket etmeye devam. Ama olmuyor işte, olamıyor bir noktadan sonra. Hala haberleri izlemesem de, uyanık kaldığım süre boyunca bilgisayar başında olup da gündemden uzak kalmak mümkün değil. Canım İzmir'im de bile bir sürü olay yaşandı son günlerde. 

Şuna kesinlikle eminim ki, bu ülkenin bu hale gelmesine oylarıyla destek veren çoğunluk var ya, onlar hala görmüyor olayların sebeplerini, olası sonuçlarını ve bu olaylara olan katkılarını. Demiştim ya, seçim sonrası yazımda, bu ülkenin başına ne gelirse hak etmiş olacağız, zerre üzülmeyeceğim diye. Üzülmemek mümkün olmuyor işte. Benim vatanım burası, dünyada eşi görülmemiş bir kahramanlıkla, etle, tırnakla, kanla kurtarılmış vatanım. Hayatımda en çok hayran olduğum insanın, Ata'mın yadigarı vatanım. "Cehalet yenilmesi gereken en büyük düşmandır" demiş ya, ne doğru söylemiş. 

Önceleri bazılarına ülke geleceği için tahminlerimi söylerken, abarttığımı, karamsar olduğumu, hiçbir şey olmayacağını söylüyorlardı. Umarım hepimiz için, vatanım için aydınlık günler olur ama dediğim gibi ben ümidimi kaybedeli çok oldu. 

Ülke gündeminden kendime geçeyim. Annem ve ablam arasındaki problemi şimdilik yatıştırdım sayılır. Biraz ablam, biraz annemle konuştum. Şimdilik duruldu ama geçici bir çözüm olduğunu düşünüyorum, çünkü annemin değişmeyecek, kemikleşmiş huyları var. Ve ablamın, tahammülü sınırlarını aşmış bir bünyesi. 

Kendi kırgınlıklarımsa alçıya alınmış bir kırık gibi diyelim. Kemik kaynasa da, sıcakta soğukta sızlar ya, öyle işte. Laf ağızdan çıktı mı geri alınamıyor, özür de dilense beyin unutmuyor. Aslında bilsem de o  lafın gerçek niyetini, altta yatan düşünceleri, yine de kırılıyor işte insan. 

Bu blog benim günlüğüm, hayatımın özeti, rahatlama yerim. Adımı, kimliğimi, kendimi saklamamın sebebi de işte tam olarak bu. Önceleri kendime yazar gibiyken, yorumlar geldikçe anlıyor ki insan birileri okuyor yazılanları. Paylaşım başlıyor, dertleşmeye dönüyor belki zamanla.  Özel hayatımı, ailemi, eşimi başkalarına şikayet etmek değil, içimi dökmek yaptığım. Söze dökemediklerimi yazmak... Yıllar sonra dönüp okumak isteği... Kişisel tarihimin kaydını tutmak bir nevi. Seviyorum burayı, yazmayı, başkalarını okumayı, geçmiş zamanımı tekrar okumayı. 

Bu haftasonu için tamamen toparlanmış, motive olmuş ve harekete hazır kıvama gelmiş olmayı planlıyorum. Erteleme Sanatı'nı okudum, onu yazacağım buraya. Yine birkaç film izlemeyi düşünüyorum. Ders çalışacağım odayı toparlamayı düşünüyorum. Hadi bakalım, ne zaman plan yapsam aksilik çıkıyor demeyeceğim :) Olumlu düşün, olumlu olsun dimi.

8 Ekim 2014 Çarşamba

Sıkıntı




Yorgunum, kırgınım, kızgınım, keyfim yok. Tam bir şeyleri değiştirmek için heveslenmişken tüm enerjimi boşaltan olaylar olmasa şaşardım. Aslında ufak şeylerden mutluluk duyabilen bir insanım ama hayatımın hiçbir diliminde polyanna gibi gezemedim. Genele vurduğumuzda da gördüğüm şu ki, ben mutsuz bir insanım. Dünyanın boktanlığından mı, mükemmelliyetçiliğimden mi, gerçekçiliğimden mi, umursamaz olamamamdan mı, sorgulamaktan mı ya da sanırım hepsinden ötürü çok pozitif, iyimser bir insan olamadım.

Her duygunu, her anını, yaşamını paylaştığın insanın, bu dünyada en yakınının, seni en çok anladığını düşündüğün insanın aslında hiç anlamadığını gördüğünüzde kalbiniz kırılmaz mı? Hukuksal dilde telafisi güç zararlar doğmaz mı? İşte benim şu anki durumum da böyle biraz. Hayatımdaki iki-üç insandan başka beni gerçekten anladığını düşündüğüm kimse yok etrafımda. Ben yalnız bir insanım. Yalnız olmayı tercih etmiş biriyim aslında. Kalabalıklarda yalnızlık yaşayan biriyim. İçimin sesiyle başbaşa kalmaktan mutluluk duyan biriyim. Neyse, ne diyordum, sizi en çok anladığını sandığınız insanın aslında hiç anlamamış olması. İçimdeki yıkıntının sebebi işte bu. 

İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyor aslında şu an. Yazacak çok şeyim olsa da yazmak istemiyorum. Düşüncelerim birbirine girmişken, çözmeye çalışıp paylaşmak o kadar zor ki. 

Bir de ablamın durumu çıktı, annemle sorunları. Annemin değişmeyecek mutsuzluğu ve etrafını mutsuz etme potansiyeli. Off, bunu da sonra anlatayım. 

2 Ekim 2014 Perşembe

Daldan dala


Yol göründü yine bize. Üzüm kız 3 gün yalnız kalacak. Ablama saracak, saldıracak, yapacak bir şey yok maalesef. Yarım gün çalışacağım yarın. Sonra yola çıkıyoruz, pazartesi de dönüş. 

Döndükten sonrası için acayip motive olmuş ve gaza gelmiş durumdayım. Ders çalışmaya başlıyorum, hayatımı plana, programa oturtacağım artıkın. Olmuyor böyle. Ders çalışacağım, kitap okumayı da ihmal etmeyeceğim, her şeye zaman ayıracak şekilde bir program yapmak amacım. Başaracağımmmmmmm!!!

D&R'da kampanya varmış. %80 falan görünce gözlerim açıldı tabi. %80'liklerden almasam da, 4 kitap aldım. Bi göz at sen de :)



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...