30 Mart 2015 Pazartesi

Motiveyim, motivesin, motiveler...


Son zamanlardaki bu tembel ve hımbıl gidişata dur deme kararımı çok net bir şekilde aldım ve bu yolda kararlı adımlarla ilerliyorum. Bak bugün 3.gün, ben de herhangi bir şaşma yok henüz. Başaracağım sanırım bu defa :)

Kitap okumaya da başladım, ders de çalışıyorum, gördüğünüz üzere blog da yazıyorum. Plan yapmak ve irade göstermek işin anahtarı sanırım. Bir de tabi ki en önemlisi motivasyon. Beni motive eden şeyler pek hoş şeyler olmasa da, işe yaramadığını kimse söyleyemez. Gıcık olduğunuz tiplerle aynı sınava girecekseniz, onların adını tekrarlamak bile motive edebilir sizi. 

Bir senedir sınav diyorum, ortada bir şey yok. Bu sene kesin açılacak ama, kesin :) İnsanoğlunda şöyle bir psikoloji var ki, gerçekten kötü yaratıklar olduğumuzun kanıtıdır kendisi; gece gündüz sınava ineklersiniz ama birileri sorduğunda, "haa, hiç çalışmıyorum yeaa" dersiniz. Üniversitedeyken de böyleydi bu durum, sadece iş hayatı için geçerli değil yani. "Hiç çalışmadım yeaaa" diye ağzını yaya yaya konuşan o tip, sınavda ikinci hatta üçüncü kağıdı ister, hayatının boşalımını sınav kağıdına yapar, 100 alır çıkar. Neden yani, neden böyleyiz acaba :)

Şimdi de bakıyorum, sınava girecek insanlar arasında gizli bir düşmanlık, sinsilik... Sınavdan hiç bahsedilmiyor ama birbirlerimizden gizli kaynak kitap siparişleri taşıyor kuryeler :) Kimse çalışmıyormuş gibi görünüyor ama millet hatim ediyor kitabı gece gündüz. Ben zayıf halkayım kandırmacası yapıp ters köşeye yatırma stratejisi mi bu? Psikolojimi analiz etmeye kalksam çok pis şeyler çıkabilir birazdan ortaya, burada keseyim en iyisi. 

Hadi ben kaçtım, çok yoğun bir insanım ben, tutmayın beni :D

28 Mart 2015 Cumartesi

Gaz.

Otur, otur nereye kadar, değil mi? Acil eylem planım dahilinde harekete geçmiş bulunuyorum. Tembellik yapmak yok bundan sonra. Hem dersimi çalışacağım, hem kitabımı okuyacağım, hem de blog yazacağım. Çok fena gaza gelmiş gibiyim :)

Haftasonu falan demedim, 7:30'da kalktım bak. Oyun oynadım, blog okudum biraz. Şimdi kahvaltı hazırlayacağım, kahvaltıdan sonra dersin başına, öğlen biraz şekerleme molası vereceğim. Sonra devam. İşe gidip gelirken yolda geçirdiğim zamanı da kitap okuyarak değerlendireceğim. Önceden hep okuyordum yolda, ne olduysa kestirmek daha hoş gelmeye başladı, ama artık yoook. 

"Tembelliğe son" sloganıyla yola çıkmış bulunmaktayım, hadi hop bir ki, bir kiii...

24 Mart 2015 Salı

Mızmızmızmız




Son günlerde var bende bir tuhaflık ya neyse. Buraya her yazdığımda mızmızlanıp duruyorum, size de gına gelmiştir benim yaşlı kadınlar gibi ah vah etmelerimden. Her gece yatarken korkar hale geldim, acaba sabah kalktığımda kötü mü olacağım diye. Geçen sabah uyandım, yine ben de bir haller. Midem bulanıyor, kasığımda zaten iki gündür bir ağrı, kalbim kulaklarımda atıyor. Kustum falan, sonra kalktık gittik hastaneye. İdrarda kan varmış, acil ürolojiye sevk etti, böbrek taşı olabilir dediler. Geçen sene de ufak bir taş düşürmüştüm. Üroloji ultrason, röntgen, tomografi falan istedi, hepsi yapıldı, ama taş falan yok. Teşhis de yok. Kum falan döktüm sanırım. 

İşyeri hala yoğun, ben hala kitap falan okumuyorum. Ocak ayında okuduğum 4 kitapla kaldım bu sene. Mart bitiyor, iki aydır kitap almamışım elime yani. Vahim durumdayım, hayat akıp geçiyor ve ben öylece izliyorum. Geçip gitmesine izin veriyorum... Hiçbir şey yapmadan, öylece izliyorum arkasından zamanı... Derler ya ölü toprağı serpilmiş sanki üzerime. Eve gidiyorum, yapmam gereken bir sürü şey var ama yerimden kıpırdamak istemiyorum. Oturduğum yerde, zaman öylece bomboş akıp geçerken şunu düşünüyorum; bir gün sağlığım yerinde olmadığımda ve ölüme yaklaştığımda, en çok üzüldüğüm şey, sağlıklı iken boşu boşuna geçirdiğim bu zamanlar olacak.

21 Mart 2015 Cumartesi

Yeşil bir gün.



Babama gitmiyorduk uzun zamandır. Bugün gittik. Gıdısını yediğim köpek Kral, artistik pozlar verdi bana, kedicikleri sevdim, eski tencereye dikilmiş bu bitkiye bayıldım, birazını da aldım. Umarım çoğaltabilirim. Gıdaklardan da yumurtaları aldık geldik. Yeşil görmek bile rahatlatıyor insanı.  

20 Mart 2015 Cuma

Basit

Şöyle bir evim olsun istiyorum ya... Basit, küçük şeyler istiyorum. Doğanın içinde biraz toprağım olsun, ahşap bir evim olsun, hayvanlar olsun etrafımda insandan çok. Toprak bana yemeğimi, meyvemi versin, kapıdan dışarı çıktığımda ağaçları göreyim, kuş cıvıltıları duyayım.

Bu kadar basit yaşamak isterken, neden yapamıyorum, neden istediğimiz gibi yaşayamıyoruz? Neden beton ormanının içinde, haddinden fazla insanla vıcık vıcık, ikiyüzlü ilişkiler kurmak zorundayız? Neden sabahın altısında kalkıp yollara düşüyoruz, günde 2 saatimizi trafikte heba ediyoruz? 

Bütün gün masa başında ömür çürütüp sağlığımızdan olurken, emeklilik hayalleri kuran insanlarız. Emeklilik hayali kurmak demek, yaşlanmayı istemek demek değil mi? Neden yaşlanmayı istiyoruz? Belki de ömrümüzün sonundaki kısacık zamanımızı bile olsa dilediğimiz şeyleri yaparak geçirebilmek için. 


Çıkış yolu bulamıyorum, bu zinciri kırabilmek için güçsüz hissediyorum kendimi ve kahroluyorum. Hayatımı istediğim gibi yaşayamamanın ve yaşayamayacağımı bilmenin verdiği çaresizlik çok yıkıcı. Keşke hayatımı güvende hissederek yaşayabileceğim kadar param olsa. Tüm borçlarımı kapatıp, dilediğim gibi bir yerde, dilediğim gibi bir ev alabileceğim ve ölene kadar para kaygısı olmadan yaşayabileceğim bir hayatım olsa. 


Belki ben ödleğin tekiyim, belki rutinin alışılmış yatağından çıkıp, hayatı sil baştan inşa etmeye gücüm yok, bilmiyorum. 

17 Mart 2015 Salı

Yine buradayım, aslında hep buradaydım.

Blog yazmaya ara verdiğim zaman kendimi suçlu hissettiğimi fark ettim. Bir şeyler eksik hissi. Aslında yazmama sebebim ne, tam olarak bilmiyorum. Evet yoğun bir iş dönemi geçiriyorum ama bu bence bir neden değil, evde yazabilirdim. Yaklaşık 1 sene önce çalıştığım kurumda görevde yükselme sınavı açılacağına dair ufak bir gelişme oldu, takip edenler hatırlayacaklardır. Ben işte bir gazla başlamıştım ya ders çalışmaya. Aylar geçti, sınav falan açılmadı. Sonra ne motivasyon kaldı, ne hırs, bıraktım çalışmayı. İşte o sınava yeniden hazırlanmaya başladım ben. Bu sene sonuna doğru açılacağına dair ciddi duyumlar aldım. 

İş yerimde çalıştığım bölümü, diğer birimlerle kıyaslamaya kalkarsam çok şanslıyım, bu net. Personelin özlük işlemlerinin yürütüldüğü, aynı zamanda kurumun en üst amirinin özel kalemi olarak da çalışıldığı bir yerdeyim. Dolayısıyla, diğer birimlerde yaşanan kargaşa, insan kalabalığı ve dedikodu ortamından bir nebze de olsa uzağım ve bu durumdan oldukça mutluyum. Ayrıca çok ama çok sevdiğim ve takdir ettiğim, gerek insani yönüne gerekse iş konusunda hayran olduğum üst düzey bir amirim var. Her şey süper görünüyor olsa da, tüm bu olumlu yönlerin diğer birimlerde çalışan insanlar tarafından fazlasıyla kıskanıldığını söylememe gerek var mı? Kıskançlık, çekememezliği de beraberinde getiriyor tabi. Neyse, bu sene sonunda açılacak sınava baya bir kişi girecek. Diğer rakiplerimle ilgili duyumları aldıkça iyice hırslanıyorum. Bu sınav benim için çok çok çok ama çok önemli. Öyle böyle değil yani :) Ya bu sınavla müdür olurum, ya da çıldırırım. Çünkü müdür kadroları çok zor boşalıyor ve şu an maksimum seviyede bir boşluk var. Eğer bu sınavla müdür olamazsam sittin sene olamam ve gıcık olduğum insanların altında çalışmaya mahkum olurum. Aaaaaaghhhh, düşünmek bile içimi acıtıyor. İşin can sıkıcı kısmı, geçen seneye kadar, sadece sınavla hak kazanırken, şimdi sınav+mülakat şekline getirildi ki mülakat demek kabus demek benim için. Bir kere mülakat denen uygulama kesinlikle objektif bir uygulama değil, istediği kadar adaletli davranılsa da olmuyor, biliyorum. Ayrıca, mülakatın neden böyle bir sınav için yeniden uygulamaya konulduğu da çok çok belli bir şey değil mi? Neyse, kötü düşünmek istemiyorum, benim ilk hedefim bu sınavdan tam  puan alabilmek. Ki, mülakata elimde tam puanlık bir kozla girebileyim değil mi? Elimden gelenin fazlasını yapmam lazım blog, anlıyorsun değil mi? 

Akşamları masamın Üzüm'ün müsaade ettiği kısmında dersimi çalışmaya çalışıyorum.

Ve sonuç :)

Bugün evdeyim, neden dersen, dün sabah uyandım, hiçbir şeyim yoktu, giyinmeye başladım, tam lanet sütyeni takarken kilitlendim. Birden tutuldum, boynumu falan hareket ettiremedim, eşim biraz masaj yaptı ama nafile. Bütün gün robot gibiydim. Kas gevşetici, ağrı kesici vs. bi işe yaramadı. Biraz araştırma sonucu biberiye yağıyla masajın süper olduğunu öğrendim. Akşam biberiye yağıyla masaj yapıldı, sıcak su torbası koydum falan. Gece binbir çileyle uyudum, uyandım. Şimdi düne göre daha iyiyim ama yine de rapor aldım 2 gün. Bir ara omzum mu çıktı acaba diye düşündüm. Çünkü hareket ettirdikçe katır kutur sesler geliyor resmen. Doktor kireçlenme olabileceğini söyledi iyi mi, yaşlanıyorum :( Kireçlenme de neymiş, yaşlı hastalığı o be... :P

Bak yazmayı unuttum, geçen gece tuvalete kalktığımda da bayıldım. Birden midemde bir acayiplikle başladı, sıcaklık yukarı doğru çıkmaya başladı, eşimin yanına döneyim ben en iyisi diye düşünürken sıcaklığın kafama ulaştığı noktada düşmüşüm. Kafamı vurmuşum, ertesi gün kafam acıdı. Aniden kalktım sanırım yataktan, tansiyonum falan indi çıktı diye düşünüyorum. Hastanelerden nefret ediyorum, gitmedim tabi doktora falan. Bir daha düşersem giderim ama :) 

Dün akşam böyle güzel bir sürprizle karşılaştım ve çok mutlu oldum. Blog dünyası, seviyorum seni. Hala güzel insanlar var dedirtiyorsun bana. 

Eşim piyano konusunda beni şaşırtmaya ve mutlu etmeye devam ediyor. En sevdiğim ve beni her seferinde mutlu eden, müziklerine aşık olduğum film Amelie'nin bir müziğini almış bu hafta. 3 bölümde çalışacağı şarkıyı 3 hafta sonra burdan sizinle paylaşacağımı düşünüyorum. Şimdi  youtubedan dinliyorum ve eşim bunu çaldığı gün ağlayacağımı düşünüyorum :) Dün akşam kendisine de söyledim, çocukken keşke yönlendirselermiş piyanoya. Ama ne yetiştiği coğrafya ne de kültür yeterli değildi bunun için. Siz de dinleyin, muhteşem değil mi? 


Daha sık yazma sözüyle, şimdilik hoşça kalın :) 

10 Mart 2015 Salı

Batsın olimpiyatınız...


Haziran ayında Bakü'de yapılacak Avrupa Olimpiyatları için sokaklardan köpeklerinin toplanıp fırınlarda yakıldığını biliyor musun? Şuraya bak.

Katliamdan kurtulan yavru köpeklerin videosunu izledin mi? Yanına yaklaşan insandan duyduğu dehşetle kafasını duvardaki minicik deliğe sokmaya çalışırken ne hissettiğine dair empati yapabiliyor musun? 

Üstün ırk insanın, insandan başka hiçbir canlının yaşam hakkı olamayacağına dair düşüncesinden ölesiye tiksiniyorum. Naziler yahudileri yakıyorlardı fırınlarda, bizler de şimdi köpekleri. Hayvanlar için hepimiz birer naziyiz. 

Fırınlarda yakıyor, kafalarını sabitleyip gözlerine kimyasallar döküyor, canlı canlı derilerini yüzüyor, küçücük kafeslerde hormonlarla büyütüp kırk günde kesime gönderiyor, toprağa basmadan, günışığı görmeden canlarını alıyoruz. Tanrımız onların kanını istiyor, yeni doğan buzağıları bağırta bağırta annelerinden ayırıp, yavruların içmesi gereken sütleri içiyoruz. Demir çubuklarla ardı ardına tecavüz edilen inekler ömürleri boyunca hamile bırakılıp, yavruları ellerinden alınıp, sütleri sömürülüyor. Reklamlardaki mutlu inekler çiftliği ne harika değil mi? Yemyeşil çayırlarda otlayan inekler ne kadar mutlular. Yaşanan acılara, işkenceye ve zulme o kadar uzağız ki... Büyük bir keyifle yediğin hamburgerin için hayvanların maruz kaldığı işkenceyi görmek ister misin? İstemezsin, biliyorum. Gözlerini yumup hamburgerine bir ısırık daha at.



Şu koyduğum videoyu izleyemiyorsun bile sonuna kadar, değil mi? Onlar bu acıyı yaşıyorlar, her gün, her dakika, her saniye... Senin damak tadın, onların canı :( 

Dünya üzerinde hayvanların yaşadığı acıdan fazlası yok, insanların yaşadığı tüm acılar yine kendileri yüzünden. 

O yüzden, bir sihir, bir mucize, bir acayiplik olsa da, hayvanlar, insanlar üzerinde aynı şeyleri yapmaya başlasalar, zerre kadar içim yanmaz biliyor musun. Hatta uzaydan gelecek garip ve bizden üstün varlıkların, hayvanlara yaptıklarımızın aynılarını bize yapmaya başlamalarını istiyorum. Empati yapabilmemiz için bu kadar şiddetli uyaranlara ihtiyacı var çünkü insanoğlunun. 

Ben hayatımda bir hayvan tarafından zarar görmedim. Aksi olsa bile, o hayvandan nefret etmem ve yok edilmesini istemem söz konusu değil. Çünkü onların yaşamları boyunca her saniyelerini, kahrolası insanlar yüzünden acılar içinde geçirdiklerini biliyorum, hissediyorum. 

Benim için bu dünyayı tamamiyle yaşanılmaz kılacak tek şeyse, hayvanların dünya üzerinden yok olması olacaktır. İşyerimin önünde beni karşılayan ve incecik bacaklarının taşıyamadığı şişko bedenine rağmen koşa koşa gelip kendi etrafında dönerek sevinç gösterisi yapan zilli kızı göremeyeceğim, eve girdiğimde kendini ağır ağır yere bırakıp göbeğini açan ve bacaklarıma sürtünen kedimi göremeyeceğim, sokak kapısında beni görür görmez koşarak gelen kara kedi dombiliyi göremeyeceğim bir dünya kesinlikle çekilmez bir yer. 

Bu yazı birine yazılmış bir yazı değil, öfkeli bir yazı hiç değil. (Evet, videoları izlerken hissettiğim duygunun tam karşılığı öfkedir ve onları yapan insanlara uygulayabileceğim şiddetin sınırı yok ama bu öfkeyle yazılmış bir yazı değil.) Bakü'de olanları geçen gün öğrendim ve bu yazıyı yazmaya başladım. Dün de sevgili Jardzy'nin şu yazısını okudum. Üzülüyorum ve şunu demek istiyorum; lütfen hiçbir hayvana veda etmeyin. İnsanlardan şiddet gördüğü için acısını başka insanlardan çıkaran sokak köpeklerine bile.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...