23 Mayıs 2016 Pazartesi

Kirpinin Zarafeti - Muriel BARBERY


19 mayıs tatilinde İnciraltı Kent Ormanına  gittik. Giderken yanıma kitap almıştım ama aklıma Kirpinin Zarafeti düştü bir kere. Uzun yıllar sonra ilk defa kitapçıdan kitap aldım. İnternetteki fiyatından 5 lira fazla. Önce bisiklete bindim, sonra balık tutan eşimin yanında sahilde kitabımı okudum.


Haftasonu keyifsizdim. Eşimle çok gereksiz ama bir o kadar da canımı sıkan bir tartışma yaşadık. Evden çıkmadım. O balığa gitti her zamanki gibi. Ben de kitap okudum. 

Keyifsiz hafta sonumu keyifli hale çeviren kitap "Kirpinin Zarafeti" idi. İlk defa kitaptan uyarlanan bir filmi çok başarılı bulduğumu söyleyebilirim. İki detay dışında çok fark yoktu kitapla film arasında. Renee'nin kız kardeşinin yaşadıkları ve Renee üzerindeki etkisi filmde hiç anlatılmamış. Ve Paloma, filmde babasının eski kamerasıyla çektiği filme aktarırken düşüncelerini, kitapta günlük tutarak aktarıyor. Bu iki fark dışında filmin kitabı çok iyi aktardığını düşünüyorum. 

Müthiş süpürgemizle evi süpürdüm, çamaşır katladım, mercimekli bulgur pilavı yaptım, ali expressten aldığım iki posteri çerçeveledim. Bunlar dışında kalan tüm zamanlarda okudum, okudum, okudum. Okumanın beni şimdiki zamandan çıkarıp, başka boyutlara taşımasını seviyorum. Başka ülkelere, başka hayatlara götürmesini, hayata başka gözlerden baktırmasını seviyorum.  Canın mı sıkıldı, aç kapağını kitabın, izin ver götürsün seni başka diyarlara. 


18 Mayıs 2016 Çarşamba

Le Herisson (Yaşamaya Değer)


Eskisi gibi yazamıyorum artık. Çok istesem de olmuyor :( Ne yazayım, yazınca ne olacak sanki derken hiç isteğim kalmıyor. Bazen başlıyorum yazmaya, bir iki satırda tıkanıp kalıyorum. 

Şu an yazmak için çok güzel sebebim var. Dün akşam bir film izledim. Uzun zamandır böyle keyif alarak izlememiştim bir filmi. Bitmesin istedim. En sevdiğim film Amelie gibi bir fransız filmi. Karakterlere, oyunculuğa, konuya, anlatım tarzına, çekimlere, renklere, detaylara, her şeyine bayıldım filmin. 3 ana karakter üzerine kurulu film. 11 yaşındaki Paloma'ya bayıldım ve kendimi Renee karakterine çok yakın hissettim. Aynı onun gibi dıştan bir kale gibi korunaklı ama içinde son derece kırılgan ve zarif. Ölüm ve yaşam, farkına varmadığımız, gözümüzün önünde durup da hiç önemsemediğimiz güzellikler üzerine müthiş bir film. Filmin bitmesine 20 dakika falan kala, bitiyor diye üzüldüm. Durdurdum filmi biraz dolandım evin içinde, bir sigara içtim falan. 

Muriel Barbery'nin "Kirpinin Zerafeti" isimli kitabından uyarlanmış film. Keşke önce kitabı keşfetseydim, onu okusaydım. Kitabın çok daha iyi olduğuna şimdiden eminim. En kısa zamanda kitabı da okumalıyım. 

Mutlaka izlemelisin. Mutlaka.

8 Mayıs 2016 Pazar

Süpürge ve film tavsiyesi.

Temizlikteki iş bölümümüzde elektrik süpürgesi eşimde. Sağolsun kendisi, süpürge yaparken sinirden kendini kaybettiği için bugüne kadar 3 elektrik süpürgesini haşat etti. Ne zamandır sapı koli bandıyla yapıştırılmış dandik bir süpürgeyle idare etmeye çalışıyorduk. Cuma akşamı gittik aldık sonunda yenisini. Cumartesi günü hemen deneme yaptım. Bir insan bir eşyaya aşık olabilir mi? Ben oldum :) Elektrik süpürgesi almayı düşünenlere şiddetle tavsiye ediyorum efenim. Markasını belki de hiç duymamış olabilirsiniz. Nilfisk. Vallah billah reklam falan yaptığım yok. Üzümün tüyleri halıya yapıştı mı çıkmak bilmezdi, taktım turbo başlığı, bir geçtim üstünden gitti hepsi. Gerçekten şoka soktu bu alet beni. Bugüne kadar şu eve almış olduğum en güzel ve en faydalı şey bu süpürgedir, işim bittikten sonra kendisini öpüp alnıma koyarak yerine yerleştirdim. 

Temizlik sonrası bir de güzel bir film izledim. The Bucket List. En fazla 1 yıl ömrünüz kaldığını öğrenseydiniz ne yapardınız? Peki bunları neden şimdi yapmıyorsunuz? Benim de kaç yıldır yapmayı düşündüğüm ama hep düşüncede kalan iki isteğim var filmde de geçen. Biri dövme yaptırmak, diğeri paraşütle atlamak. Bu yaz paraşütü, önümüzdeki kış ise dövme olayını halledicem ölmezsem :) 

Bugün de anneler günü. Sabah annem ve ablamlarla kahvaltıya gittik Çiçekliköy'e. İyi ki erken çıkmışız. Aman allahım, dönerken karşı taraftaki trafiği görünce şoka girdim. "Ananı da al gel" günüydü bugün kahvaltı mekanları için. Böyle günlerde hep annesi hayatta olmayan çocukları, çocukları hayatta olmayan anneleri düşünürüm. Onların burukluğu beni de üzer. Sabah Üzüm'e sarılıp öptüm, eşek sıpası hep bi havalar, hep bi kibir, kendini beğenmişlik. Olsun, yine de bayılıyorum kedilerin bu havalarına. Kedi anası olarak, tüm kedi köpek ve bilimum hayvanat annelerinin ve bu dünyaya güzel insanlar yetiştiren tüm annelerin anneler gününü kutlarım.


2 Mayıs 2016 Pazartesi

35


Ben var ya ben, bugün tam olarak 35 yaşımı doldurmuş bulunmaktayım. 35 (otuzbeş) (XXXV) yaşındayım. Kocaman bir ootttuuuzzz beeeşşşş. İzmir'imin plakası. Nasıl hissediyorum kendimi? Hımmm. 30'dan sonra doğumgünlerimi sevmemeye başladım. Böyle bi hüzünlü, bi ağlak hissediyorum kendimi. Bunda "otuz beş yaş" şiirinin de etkisi var sanırım. Ne öyle yolun yarısı falan ya, canımı sıkmayın benim. Şaka, şaka. Valla yaşımdan falan memnunum ya, bi derdim yok. Belki bunda minyon olmamın, yaşımı göstermiyor olmanın da etkisi vardır. 

Cuma gününden başlayayım anlatmaya. Cuma akşamı film izleyeyim dedim. Film izlemeyi düşününce tavsiye aradığım ilk yer Küçük Joe sayfası tabi ki :) Biraz bakındım, sonra Time Out'da karar kıldım. Kendime bi votka-sprite karışımı yaptım. Ohh, film de çok keyifliydi, çok da güzel oldu. Bak şu duvarda gördüğünüz güpgüzel şeyi aldım kendime, nasıl beğendim, nasıl mutlu oldum. 



Cumartesi günü Urla'ya gittik. Enginar festivaline. Böylesini beklemiyordum, bir kalabalık, bir kalabalık. Öyle ki, Urla'da araba koyacak yer kalmamış, trafik felç olmuş. Arabayı baya bi uzağa park edip yürüdük, tüm İzmir oraya akmış sanırım. Tam bir festival havası vardı, enginarın her bi şeyini yapmışlar, en akla gelmeyecek şeylerini bile. Örnek; enginarlı dondurma :) Konserler vardı, şefler enginarlı tariflerini yapıyorlardı. Müzikler çalınıyor, göbekler atıyorlardı falan. 

Pazar akşamı da doğum günü bahanesiyle bi yere gidip yiyip içelim dedik. Rakı balık yaptık, tıksırıncaya kadar kalamar yedik falan. Rakıdan mı, çok yemekten mi artık gece midemin yanmasından, böyle acayip rüyalardan uyandım durdum. 


Stefan Zwieg'le devam ediyorum okumaya. Olağanüstü Bir Gece'den sonra Amok Koşucusu'na başladım. Ama Satranç'ın yerini tutmadı hiçbiri. İşte durumlar böyle bende. Şimdi ben ortayaşım dimi artık, gençlik gitti gördün mü :)




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...