29 Nisan 2014 Salı

Sabır, sabır ya sabır...


görsel için kaynak
Biliyorum, bunlar da geçecek. Sıkıntılar yaşandığı an hiç bitmeyecekmiş gibi gelse de, her şey geçiyor işte. Son zamanlarda hep karamsar şeyler yazıyorum değil mi? Babamın sorunu geçmedi bir türlü. Ameliyatın üstünden 1,5 ay geçti. Geçen gece yine idrar yolu tıkandı. Şiddetli sancıyla gittik yine hastaneye. Kosssskoca üniversite hastanesinde, sonda takarken kullanılan jelden kalmamış. Gece gece kafayı yememek elde mi? Nasıl olur diyoruz, sonda takılmıyor mu, acilden alın gelin diyoruz. Hastanenin tümünde olmadığını söylüyorlar. Gerçekten insan kafayı yiyecek gibi oluyor sinirden. Nöbetçi eczane aradı eşim. Eczanede de yokmuş iyi mi? Hayat gerçekten bizimle oyun oynuyormuş gibi hissediyorum çoğu zaman. Depodan istediler, bir saate gelir dediler. Altı üstü 4 liralık bir jel. Ege bölgesinin en büyük üniversite hastanesinde jel yok. İnanabiliyor musunuz? 

Sonuç olarak, babama tekrar sonda takıldı. Dün de pataloji sonucunu doktora göstermeye gittik. Sonuç beklediğimiz kadar sevindirici değil. Kanserli bölge tam olarak çıkarılmışsa da, nüksetme ihtimali var dedi doktor. Her 3 ayda bir kan değerlerine bakılacak ve büyük olasılıkla 1,5 ay sonra ışın tedavisi görmesi gerekecek. İdrar yolunun tıkanması konusu da, ilk kez karşılaştığı bir durummuş. Hiçbir ameliyatı sonrası, bu kadar zaman geçtikten sonra sonda gereksinimi duyulmamış. Bizim marjinal şansımız :) Düşük olasılıkları çekiyoruz nedense. Cuma gününe kadar sondayla duracak, cuma tekrar gidilecek ve tıkanıklığın neden olduğu araştırılacak.

Cuma günü doğumgünüm. Canım eşim bana akıllı telefon almış, şimdiden verdi. Benim için, aldığım bir malın, eşyanın kullanım süresi, bir yenisi çıkana kadar değil, o eşya artık kullanılmaz hale gelene kadardır. Canım benim, kendisi de biliyor bu durumu aslında ama almış işte. Benim de akıllı telefonum olsunmuş :) Olsun bakalım. Buradan aşkıma çok çok ama çok teşekkür etmek istiyorum. Canım eşim, sen benim biriciğimsin, desteğim, mutluluğumsun. Benim iyi yürekli, yakışıklı kocam, seni çok seviyorum. İyi ki varsın...

Üzüm'e gelelim, durumu daha iyi. Cesaret edip götüremedim veterinere. Götürmek istemedim aslında. Çünkü koyulan kesin bir teşhis yok, kesin bir tedavi ve çözüm önerisi yok. Krem ve hap verildi, onlar kullanıldı. Şimdi ben tekrar götürsem aynı şeyleri yaşamaya gücüm yok. Günde bir saat kadar yakalığını çıkarıyorum, yalanmasına izin veriyorum, biraz rahatlıyor, bu sırada gözümün önünden ayırmıyorum ki yine yaralamasın kendini. Yara yeri tamamen iyileşti ama orada hala tüy çıkmadı. Bir süre daha yakalığı çıkarmayacağım. 

Durumlarım böyle şimdilik.

24 Nisan 2014 Perşembe

Kitap fuarı izlenimlerim ve minik kızı ziyaretim

Dün kitap fuarına gittik. Genel olarak izlenimlerim şöyle:

  • Burcu'nun da dediği gibi fiyatlarda aman aman bir indirim yoktu. İnternet kitapçılarıyla kıyaslanamaz yani. Bence kitap fuarının amacına yönelik olarak indirimler çok çok daha iyi olmalıydı. 
  • Elimde bir kitap listesiyle ve internetteki fiyatlarını da yazarak gittim. Listemdeki hiçbir kitabı almadım, çünkü dediğim gibi fiyatlar internette daha uygun. 
  • Aklımda olmayan iki kitap aldım sadece. Tübitak Yayınlarından Richard Louv'un "Doğadaki Son Çocuk" ve Domingo Yayınlarından Patti Smith'in "Çoluk Çocuk" kitapları.  Az kitap almamın bir sebebi de bu aralar kitap okuyamayacak olmam.


  • 23 Nisan olması sebebiyle baya kalabalıktı. Çocuklara yönelik müthiş kitaplar vardı. Hatta çocuk ve gençlik kitapları sanki bu sene daha bir fazla gibi geldi gözüme.
  • Hava oldukça sıcaktı ve fuar alanının havalandırma sistemi yetersizdi. 
  • Ayrıntı yayınları stand açmamıştı, nedenini çok merak ettim.
  • Yine Burcu'nun notlarından okuduğum için, merak ettiğim bir konu da, anonsları yapan bayandı. O yüzden anonslara özellikle dikkat kesildim. Bir tanesi şöyleydi "Ayşe Eda müracaatta bekliyor. Dedesine duyurulur. Ayşe Eda burada, dedesi siz neredesiniz?"
  • Altın Yayınlarının standına özellikle dikkat kesildim, gittiğimde de sordum ama Burcu haftasonu çalıştı sadece dediler :) 
  • Kitap fuarlarında bence kırtasiye standları da açılmalı, defterler, kalemler olmalı. Kitap severler, defter ve kalem de sever ama dimi :)
Kitap fuar alanına girmeden önce yine fuarın içinde Konak Belediyesinin veterinerliği var. Daha önce şu yazımda bahsettiğim kediyi sormaya ve görmeye gittik. İşte yavrucak;


Konak Belediyesine ve yeni belediye Başkanımız Sema Pekdaş'a bir ricam olacak. Tamam, çok güzel bir hizmetiniz var, hayvan ambulansları müthiş bir uygulama. Ama hayvancıkların tutulduğu alan gerçekten içler acısı. Çok fazla değil, küçük bir maliyetle çok modern ve temiz kafesler yapılabilir. İleri görüşlü, modern ve vicdan sahibi olduğunu düşündüğüm belediye başkanımızın bu konuda bir şeyler yapabileceğine eminim. Bir kulübenin içinde kafesler var, tedavisi devam eden kedicikler ve köpekler bu kafeslerdeler. Veteriner bayan son derece ilgili ve sevgi doluydu. Çok mutlu oldum bu duruma. Ama kediciği görünce ağlamamak için zor tuttum kendimi. Bu kız tam 24 gündür o kafeste. Biraz çıkardık, yürümesi için. Gerindi hemen, yürüdü biraz. Eskisi gibi yürüyemeyecek olsa da beklediğimden iyi durumda bacakları. Ama kesinlikle yuva bulması gerekiyor. Bu şekilde sokaklardaki tehlikelerle baş edemez. Fotoğraf çekmek yasak dedi veteriner ama sahiplendirmek için birkaç fotoğraf çekmemize de bir şey demedi. Bu yazıyı okuyan herkesten ricam bu kız için bir şeyler yapabilecekseniz lütfen bana yazın ya da sahiplenebilecek birilerini tanıyorsanız duyurun. 

22 Nisan 2014 Salı

Veteriner kabusumuz

Çok stresliyiz. Üzüm kızım çok hassas bir kedi. Bebekliğinden beri geçmeyen akne sorunumuza ek olarak 3 haftadır yüz bölgesinde kaşınma derdimiz çıktı. Gözünün üstünü kaşırken kanattı. Deli gibi kaşıyor. Kabuk tutuyor, sonra yine parçalıyor. Yakalık taktık kaşımasın diye. Her gece krem sürdüm. Sonra iyileşti. İyileştikten sonra yakalığını çıkardım, çünkü yakalık da büyük bir stres kaynağı onun için. Çıkardığım an tekrar yara yaptı. Veterinere gitmek şart oldu. Veterinere gitmek çok büyük bir kabus bizim için. O yüzden yapabileceğim her şeyi yaptıktan sonra sorun çözülmediyse gidiyoruz veterinere. Her gittiğimizde de, mevcut sorunumuza ilaveten stres kaynaklı kulak akma problemi yaşadık. Kafesine koyup arabaya bindiğimizde kendini kaybediyor, kafesin içinde kendini oradan oraya çarpıyor, bir aslan gibi kükrüyor, korkudan dili dışarı çıkıyor. Dün akşam da aynen böyle oldu. Bunlara ilaveten 5 yıldır yapmadığı bir şeyi yaptı, kafesine işedi. Sonra bütün üstüne başına sıvadı çişini. Veterinere vardığımızda, iğrenç kokan ve her yeri zangır zangır titreyen bir kedimiz vardı. Kremin iyi nüfuz etmesi ve daha iyi takip etmek için, kanattığı bölgeyi tıraşlamayı düşündü ancak ne mümkün. Gerçekten inanılmaz kuvvetli bir kedi. Tutamadılar, kafesine girdi canhıraş yine. Zorla tekrar çıkardılar, tekrar denediler bu sefer kakasını yaptı, hırladı, tısladı, resmen kendini kaybetti. İlk kez kedimi bu kadar tepkili gördüm. Daha önce de çok korkuyordu ama çişini ve kakasını yapması inanılmaz üzdü beni. Ona işkence yapıyormuşum gibi hissettim, kahroldum. 

Deri hastalıkları kedi ve köpeklerde en problemlisiymiş. Kaynağı ve teşhisini koymak çok zormuş. Uyuz ya da mantar teşhisi koyabilirsek seviniyoruz biz dedi veteriner. Ciddi bir problemi olduğunu düşünmüyorum dedi ve bir krem, bir antibiyotik ve kaşıntı giderici bir ilaç verdi. Yakalığa devam etmemizi ve bir hafta sonra tekrar getirmemizi söyledi. Tekrar getirme kısmı bizim için gerçekten kabus. 

Dün kabus bununla bitmedi. Eve gittik, tabi gidene kadar yine kafesin içinde kendini parçaladı. Ee, her tarafı çiş içinde, yıkamadan olmaz. Banyoya girdik, bir iki deneme yaptık ama her yerim çizik içinde kaldı. O kadar moralim bozuldu ki anlatamam. Yıkadık bir şekilde, devamında kurutma kabusu. Kurutma makinesinin sesini duyunca yine aynı tıslamalar, hırlamalar. Havluyla üstten suyunu aldım, klimayı açıp salona koyduk, yakalığını çıkardım, oturdum başına, ağladım sinirimden. Bir saat yalandı. Sonra taktım yakalığını, kremini sürdüm. Yattık.

Berbat bir akşamdı yani. O kadar üzüldüm ki anlatamam. Tekrar gitme konusunda hala karar verebilmiş değilim. Lütfen iyileşsin de gerek kalmasın :(

Ders çalışabildim mi bu arada? Pek çalıştığım söylenemez. Haftasonu eşimin memleketindeydik. Gidip gelirken yolda biraz okudum o kadar. Dün de veteriner olayımız vardı. Yarın da kitap fuarına gitmeyi düşünüyorum. Bakalım, ne zaman çalışabileceğim.

16 Nisan 2014 Çarşamba

Stresli günlerin başlangıcı...



*Kylli Sparre

Yeni bir stresim  oldu, ders çalışmam gerekiyor. Yakın bir zamanda kurumumuzda yükselme sınavı açılması bekleniyor, sene başında da yazdığım gibi (bkz.), bu konuda elimden gelenin fazlasını yapmaya kararlıyım. Henüz kesinleşmiş bir bilgi olmasa da, ben sanki çalışmaya çok geç kalmışım gibi hissediyorum ve stres yapıyorum. Bu stresi yenmem ve ders çalışmam konusunda en büyük desteğim canım eşim olacak.

Cuma günü eşimin memleketine gidiyoruz. Haftasonu orada kalıcaz, Pazar günü dönüyoruz.  Kitap fuarı planı bu haftasonu için yattı yani. Büyük ihtimalle 23 nisanda gitmeyi planlıyorum. Yeri gelmişken İzmir Kitap Fuarının etkinlik programı için TIK.

Yoğun bir ders çalışma kampına gireceğimden bloğumu ihmal etme ihtimalim yüksek görünüyor. Doğal olarak kitaplarımı da :( Ders çalışmam gereken zamanlarda en çok özlediğim şey kitap okumak oluyor. Ders çalışmanın dışında her şey öyle çekici görünüyor ki... Bu başka şeylerin ne olduğu da önemli değil. Temizlik yapmak bile bunun içindeyse gerisini siz düşünün. 

Şimdilik bu kadar. Kafa boşaltmaya ihtiyacım olduğunda soluk alacağım yer yine burası olacak.

11 Nisan 2014 Cuma

Zengin Baba Yoksul Baba - Robert T.Kiyosaki

Çalıştığım kurumda bir abimiz çok güzel bir uygulama başlattı. 100 kitaptan oluşan bir liste yapmış. Herkes listeden seçtiği kitabı alacak ve ortak kullanıma açık bir kütüphanemiz olacak. Yani 1 kitap alarak, 100 kitap okuma şansımız olacak. Dahil oldum tabi seve seve. Ama listeden çok memnun olduğumu söyleyemem. İnternetten bulunmuş bir liste, kişisel gelişim kitaplarından oluşuyor.

Bu listeden okuduğum ilk kitap “Zengin Baba - Yoksul Baba”. Son derece ilginç bir kitap. Nasıl zengin olunur sorusunun yanıtlarını vermeye çalışmış yazar. Kendi deneyimlerini paylaşmış da diyebiliriz. Bakış açınızı değiştiriyor mu? Evet. Hem de şok edici şekilde. Doğru bildiklerinizi derinden sarsıyor.

Kitabı okurken ve bitirdiğimde hissettiklerimi paylaşayım istiyorum aslında. Kendimi zengin yazarımızın deyimiyle bir korkak tavuk, tekerleğinde kendini tüketen bir hırsla dönen ama bir yere varamayan bir fare gibi hissettim. Zaten yazar da öyle hissetmeniz için sürekli tekrarlıyor bunu. Devlet memuru olarak, zaten baştan korkak tavuk ve fare oluyorum yazar için. Aynı kitapta anlattığı gibi ben de, maaşımın yattığı gün ödemelerin tümünü yapar, kalanla tüm ay geçinmeye çalışırım. Kitapta bu hareket korkak tavuk olmanın birinci şartı :) Önce kendiniz için para ayırmanızı, ödemeleri sonraya bırakmanızı öğütlüyor. Bu ayırdığınız parayla da, aktif gelir getirebilecek yatırımlar yapmanız salık veriyor. DA, işte DA'sı var. Ben şimdi maaşımdan ayırabileceğim 100 ya da 200 TL ile ne gibi bir aktif gelir vasıtası seçebilirim :D Ev mi alayım, repoya mı yatırayım :D Ne yapacağımı bilemedim bak 200 liraya.
Şaka maka, gerçekten kötü hissettim kendimi. Sanki çoooook basit bir şeymiş de, biz gerizekalı tavuklar ve fareler olarak beceremiyormuşuz gibi anlatmış. Kitabı bitirdiğimde “hemen bir şeyler yapmalı, zengin olmalıyım” diye düşündüm durdum. Düşündüm de bulamadım işte çözüm. Ben neyle ne yatırımı yapıcam. Borsa demiş, şirket hissesi demiş, gayrimenkul demiş, demiş de demiş, ama neyle alıcaksın. Ona da para lazım. Ayrıca borsadan zerre anlamam. Repoymuş, bonoymuş, hisse senediymiş, bana çok yabancı. Bunları öğrenmek için kurslara gidin diyor. Var mı böyle kurslar bizim vatanda.

Haklı değil demiyorum. Kesinlikle güzel tüyolar bunlar. Ama işte bizim dişimizden tırnağımızdan biriktirdiğimiz azıcık paramızla borsa oynama gibi bir lüksümüz olmuyor, olamıyor. Riske atamıyorsunuz işte, sonra da korkak tavuk oluyorsunuz parayla oynayan zenginlerin gözünde. Yazar diyor ki, kaybetmeden olmaz. Kaybettin mi, toparlanmak için zengin babamız da yok ki bizim. Sevmediğiniz işte bir ömür tüketmek, devlete vergi ödemek için çalışmak, risklerden kaçan korkak tavuklar olmak vs vs. Resmen aşağılanmış gibi hissediyorum kendimi. 

Sabah yataktan sürünerek kalkarken yine kitap geldi aklıma, sinirim bozuldu. Aynada kendimi fare olarak gördüm :(

8 Nisan 2014 Salı

Seni anan benim için doğurmuş :)



Benim canım eşim, can eşim,
Doğmuş, büyümüş, birbirimizi bulmuşuz. İyi ki bulmuşuz, iyi ki doğmuşuz :) Yaşamak güzel aşkım, seninle yaşamak daha da güzel. Bakma sen bana, karamsar tutumlarıma, intihar meyilime, seviyorum ben yaşamayı. Seninle yaşamayı seviyorum. Seni seviyorum, sonra pisiciği seviyorum, nasıl bırakılıp gidilir :)
“Doğum günü mesajları yaz, search et, salla bir tane gitsin” mesajı değil bu :) Bizatihi yüreğimden gelenler.
Benim güzel kalpli, güzel niyetli, güzel eşim. Her doğumgünü, ömrümüzden bir yılı daha atsak da kenara, kutlarız, seviniriz. Umarım, sağlıklı ve uzun bir ömrün olur. Benim tersime sen uzun yaşamak istiyorsun biliyorum. Uzuuuun ve sağlıklı bir ömrün olsun. Yeni yaşın tüm beklentilerini getirsin. Doğum günün kutlu, mutlu olsun. Seni çooooook seviyorum.  

7 Nisan 2014 Pazartesi

Haftasonu mutluluğu



Pazar günü babamın yanına gittik ablamlarla. Kucağımdaki geçen hafta doğmuş bir yavru. Adı mercedes :) Otlatmaya çıktıklarında annesi geri dönmek isteyince doğuracağını anlayıp koşa koşa eve gitmişler ama daha yetişemeden arabanın yanında doğurmuş. O yüzden adı Mercedes olmuş :) 40 tane keçi-koyun var. Hepsinin ismi var. Hepsini de ayrı ayrı biliyor babamla eşi. 

Kekik topladık dağa gidip. Bayılıyorum dağda ormanda gezmeye, otla böcekle içiçe olmaya. Hava da çok güzeldi şansımıza. Bıraksalar son kekiki yolana kadar kalabilirdim, gözüm doymuyor :) 

Babacığım gayet iyi şimdilik. İdrar problemimiz var biraz ama toparlayacağını düşünüyoruz zamanla. Bugün aradım hala pataloji sonucu çıkmamış. Nasıl bir test yapıyorlar 3 haftadır anlamadım gitti. O da çıksa da içimiz rahatlasa. Kemoterapiye falan gerek olmasa, ne güzel olur. 

Bu da Mercedes'li selfie :) Bebek gibi, kucaktan kucağa dolaşıyor sıpa . O kadar uysal ki. Selfie fotoğraf olayını araştırmış bilim adamları. Psikolojik bozuklukmuş efenim :) Psikolojim hakkında bilgi vermesi açısından çektim :) Ben fotoğraf olayına hep uzak kalırım aslında. Pek sevilmem çekilmeyi. Paylaşmak da pek bana göre değildir ya, bu seferlik olsun bir iki tane. 

Ortamın güzelliğine kendimi kaptırıp çok az fotoğraf çekmişim. Ona yanıyorum. Kekik topladığımız yer o kadar güzeldi ki, çiçekler açmış, her yer yemyeşil. Salak gibi çekmedim hiç. Kekiği görünce gözüm dönmüş. 

Geç de dönmüş olsam kekikleri o şekilde torbalarda bırakamazdım. Kararır gider, yazık olurdu. O yorgunluğun üstüne kekikleri yıkadım, kuruttum, kavanozlara limon dilimleri eşliğinde bastım. Keçi sütümü kaynattım, yoğurt yaptım. Ve yorgun ama mutlu bir şekilde yatağa girdim. 

*Fotoğrafları kaldırdım. Dedim ya, kendi fotoğrafımı paylaşmak pek bana göre değil, işte bir gece de karar değiştirdim bile :) Zaten bu foto daha güzel :)

5 Nisan 2014 Cumartesi

Pamir'le ölen vicdanlar...

Dünden beri gündemin ilk sırasında yer alan bu küçük çocuğu duymayan kalmamıştır. 3,5 yaşındaki Pamir 30 saattir evinin çevresindeki tüm alanda, ormanlarda aranıyordu. Kilometrelerce alanda aranan minik Pamir, 30 saat sonunda komşu bahçesindeki havuzda ölü bulundu. 

Babasının Twitter'da kayıp ilanını duyurmasından sonra Twitter'da hep en üstteydi başlık. Dünden beri okuduklarım bana bir kez daha gösterdi ki, ülkemiz ciddi bir ayrışmanın içinde. Pamir'in ailesinin alevi olmasından tutun, Pamir'in kurtarılması için orada toplanan ve amaçları sadece küçük bir çocuğu bulabilmek olan insanlara gezici, eylemci gibi sıfatlarla saldırılmaya çalışılması gibi aklın almayacağı her türlü acayip tweet okudum.

3,5 yaşındaki bir çocuğun ölümüne bile "bizden - bizden değil" olayı olarak bakabilen organizmalar var. Büyüseydi de, gezide polis mi taşlasaydı diyeninden tutun, burada yazmaya bile utandığım şeyler okudum. Zihinleri nasıl bir pislik batağına saplanmış ki bu insanların, küçük bir çocuğun ölümünü bile siyasi malzeme haline getirebiliyorlar. 

Son olarak "Ali, Mehmet, Abdullah bitti de çocuğa hayvan ismi koymak da neyin nesi" diyen embesile söylemek istediğim bir şey var. Kastettiğin hayvanın adı tapir, gerizekalı. 

Ülkemizi bu hale getirenlerin en kısa sürede belalarını bulmalarını yürekten temenni ediyorum. Pamir'in ailesine de sabır diliyorum.

Annem Batıya Gidin Dedi - Nilgün CERRAHOĞLU

nilgün cerrahoğlu

Gazeteci Nilgün Cerrahoğlu'ndan çok güzel bir söyleşi kitabı. Tanıdığımız  bir çok isimle yapılan söyleşiler, 1995 - 2000 yılları arasında gerçekleşmiş. Çetin Altan, Attila İlhan, Tansu Çiller, Necmettin Erbakan, Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Erdal İnönü, Abdullah Öcalan, Ali Nesin, Fazıl Say, Tarkan, Kemal Sunal, Cem Yılmaz, Şener Şen ve daha birçok isim. Geniş bir yelpazede isimler. Sorular ise şimdinin bildiğimiz gazetecilerinin sorularına hiç benzemiyor. Özellikle Necmettin Erbakan'la olan söyleşiyi okursanız ne demek istediğimi anlayabilirsiniz. 

Benim en dikkatimi çeken Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'le yapılan söyleşi oldu. 14/07/1996 yılında yapılan söyleşi de Tayyip Erdoğan, şu ünlü "demokrasi amaç değil, araçtır" cümlesini söylemiş. O zamanlar Refah'lı. Söyleşiyi okuyup, o tarihten bu tarihe döndüğünüzde gerçekleri, yapılanları ve amaçları daha net görebiliyorsunuz. Abdullah Gül'le yapılan söyleşinin tarihi 1995. Abdullah Gül'ün söyleşiye damgasını vuran cümlesi "islama aykırı kanun kalkacak". 

Elimdeki kitap, 2001 basımı. Okumak için ödünç aldığım kitaplardan biri olduğu için yine çizemedim satırları. Kesinlikle ilgi çekici bir kitap. Özellikle geçmişle şimdiyi kıyaslamak, söylemler arasındaki değişimi görebilmek adına. 

4 Nisan 2014 Cuma

Sokak hayvanları için ambulans hizmeti


Ceren'in şuradaki yorumu üzerine bu yazıyı yazmaya ve bilgi vermeye karar verdim efenim. Caanım İzmir'im de güzel bir hizmet var. Hayvan Ambulans hizmeti. Birçok insan yolda gördüğü yaralı hayvanlara yardım etmekten çekinir. Belki veterinere götürse bir sürü para vereceğinden, belki zamanı olmadığından, belki de hayvanlar umurunda olmadığından. Gerçi son sebep geçerliyse yapabilecek hiçbir şey yok. Onlar kafalarını çevirip gidebilirler. Vicdanlarıyla başbaşa kalsınlar. Gelelim, vicdanları hala faaliyet gösteren ama maddi anlamda, veterinere ulaşım anlamında çekincesi olanlar için müthiş bir hizmet bu işte. Konak Belediyesinin iki aracı var ambulans olarak kullandığı. Arıyorsunuz, adresi verip durumu anlatıyorsunuz, geliyorlar, yaralı yavrucuğu alıp götürüyorlar ve ulaşım, tedavi dahil bütün hizmetler belediye tarafından karşılanıyor. Sonrasında telefonla dilediğiniz zaman arayarak ya da bizzat gidip görerek, hayvanın durumunu takip edebiliyorsunuz. Ben bu hizmeti, caaanım İzmir'ime getiren Konak Belediyesi Eski Başkanı Hakan Tartan'a canı gönülden teşekkür ediyorum.

Başıma geçen gün gelen olayı anlatmıştım. Hem yavru hem hamile bir kedi, köpek saldırısı sonucu arka ayaklarını sürüyordu ve belli ki çok acı çekiyordu. Hayvan ambulansı gelip aldı, bize takip etmemiz için bir de protokol numarası verdi. Ertesi gün aradım durumunu öğrenmek için. Kediciğin kalçasında kırık varmış, bebekleri almak zorunda kalmışlar ve küçük kızı kısırlaştırmışlar. Kalça kırığında yapılması gereken çok fazla şey olmadığını, hayvan daha küçük olduğu için kafes istirahatiyle kalça kemiğinin kaynayacağını söylediler. En az 3 hafta kafeste kalması gerektiğini söylediler. Bugün tekrar arayacağım, bir fırsatını bulduğumda da mutlaka görmeye gideceğim. Mama götüreceğim.

Araştırdığımda sadece İzmir'le sınırlı olmadığını gördüm. İstanbul'da, Antalya'da, Ankara'da, Samsun'da, Van'da, Diyarbakır'da da bu hizmet varmış. 

Onlar savunmasız ve çaresiz. Bir yerleri acıdığında, kırıldığında, yaralandıklarında, muhtaçlar ve bizden başka yardım edebilecek kimseleri yok. Acı çekiyorlar, sessizce sokak köşelerinde can veriyorlar. Bir telefon etmek de mi zor bir hayat kurtarmak için...






2 Nisan 2014 Çarşamba

Milano Sirki İzmir'de


"Ailece keyifli vakit geçirmek, müzik ve ışığın eşlik ettiği özel bir atmosferde, eşsiz yeteneklerin benzersiz gösterileriyle unutulmaz bir deneyim yaşamak istiyorsanız “her yaştan insanın sevdiği mükemmel sirk gösterisini” Milano Sirki'ni kaçırmayın!

Evet, Milano Sirki İzmir'de. Çocuğunuzu da alın, ailecek, esaret altında yaşayan ve işkenceyle öğretilmiş aptal hareketler yapan zavallı kaplanları izleyerek eğlenin. Küçücük kafesler içinde binlerce kilometre yolculuk yapmak zorunda bırakılan bengal kaplanlarını izleyin ve eğlenin. Bu kaplanlar yavruyken alınıyor, açlık ve işkenceyle, sizi eğlendirmek için aptal çemberlerden atlamayı öğreniyorlar. Bu hareketleri yapmaları için hayvanlar üzerinde kırbaç, elektrik şoku, çelik kancalı sopa kullanılıyor.

Bu gösterilere çocuklarını götüren anne babaları anlamaya çalışıyorum ama olmuyor. Anlayan birileri varsa bana anlatsın lütfen. Başka canlıların acıları üzerinden eğlence çıkarmak, bunu çocuğuna eğlenilicek bir şey olarak göstermek, nasıl bir benlik-duygu-zihin bozukluğu bu? 




Yoruldum yaa


Gerçekten yoruldum artık ben. Ülke gündeminden yoruldum, milletin cahilliğinden yoruldum, koşuşturmaktan yoruldum, her şeyin benim başıma geliyormuş hissinden yoruldum, yetişememekten, bastırılmışlık hissinden, derdimi anlatamamaktan, anlaşılmamaktan yoruldum. 

Seçim öncesi gündem yoğunluğu herkesin malumu. Seçim sonrası için umudumun olmadığını biliyordunuz zaten. Haklı da çıktım. Benim bu ülke için umudum kalmadı maalesef. Uzun zaman önce yitirdim umudumu. Çaresiz hissetmek ve yapabileceğim bir şey olmaması ne kadar kötü bir durum. Uzun yıllardır bu duyguyla yaşamak o kadar yıprattı ki beni. Bir tek ülkemin durumu için değil bu duygu. Sömürülen, ezilen, işkence gören tüm canlılar için kendimi aşırı derece çaresiz hissediyorum. Olanları görüp, bilip de bir şey yapamamak, çığlıkları duyup da yardım edememek. İnsanların vurdumduymazlığına şaşıramıyorum bile artık. 

Fırsat sitelerini sık sık ziyaret ederim bilindiği üzere. Recep İvedik'i eşim çok sever. Sinema fırsatı bulunca aldım. Dün akşam sinemaya gidecektik, işten çıktık, bakkala gidip ekmek aldık, eve girecektik ki ağaçların altında bir kedi gördüm. Başında da bir kız ve adam vardı. Bizim baktığımız, yemek verdiğimiz bir kedi var. Yavru daha, üstüne üstlük de hamile yavrucak. Karnı kocaman oldu. Bir baktım ki o kedi, yatıyor öylece. Doğurdu sandım önce, kıza sordum, köpekler saldırmış, arka ayaklarını sürüyerek yürüyormuş. Belediyenin veterinerini aramış. Allahım dedimmm yaa, neden bennnn. Neden benim başıma geliyor hep böyle şeyler. Neden hep böyle şeylerle ben karşılaşıyorum. 

Yavrum, kimbilir ne kadar acı çekiyor ama sessiz sedasız yatıyor öylece. Bakışları kalbimi dağladı. Yarım saat kadar sonra geldi hayvan ambulansı. Kediyi aldılar, uzun bir süre kalabilir bizimle dediler. Tamamen iyileştikten sonra, kısırlaştırılıcakmış. Telefonla takip edebilirsiniz, hafta içi gelip görebilirsiniz dediler. 

O moralle Recep İvedik izledik. Sinema kampüsün içinde ufak bir salondu ve sadece 4 kişiydik. Filme gelince çok kötüydü. Recep İvedik serisinin en en en kötü filmiydi. Hiç gülmedim desem abartmam. Trilyonlar kazanılan bir film bu yahu, inanamıyorum, bu kadar mı kalitesiz olur bir film. Merak eden varsa hala, sakın para verip de izlemeyin derim. 

Pazartesi günü yine hastanedeydim. Babamın Cuma gecesi acilde yeniden takılan sondası çıkarılacak, neden idrar yapamadığına dair doktorla görüşülecekti. Sabah 10'dan saat 15:30'a kadar doktoru bekledik. Babam da ben de, çok sabırlı insanlar değiliz, ikimiz de sinirliyiz. Ama şunu söyleyeyim, hastaneler insana sabretmeyi (s.s) kuralıyla öğretiyor. S.S. kuralını bilmeyen yoktur dimi. İstersen sabretme. Peygamber olma seviyesine erişebilirsiniz sabır düzeyinde. Neyse sonunda doktorla görüştük, ameliyat yerinde ödem oluşup, idrar kanalını tıkadığını, bunun olasılık dahilinde olduğunda söyledi ve sondayı yeniden çıkardılar. Sonda erken çıkarıldığında olabiliyormuş bu durum. Su içip, idrara çıkmasını beklememizi söyledi. Su içtik, bekledik, tuvalete gitti ve hastaneden çıktık. Yani yine tüm gün hastanedeydik. Bundan sonraki hastane günümüz, pataloji sonuçlarını aldığımızda. Babama kalsa, bir daha asla gitmicek, ben ölecem yine gelmem buraya diyor ama maalesef öyle olmuyor. Umarım sonuçlar temiz çıkar da kurtuluruz hastaneden. İşkence resmen.

Gündeme ilişkin ise diyecek söz bulamıyorum açıkçası. Sandık, sandık diyip durmalarının sebebi, demokrasi tutkunu olduklarından değil elbette ki, bunu bilmeyen salaktır bence. Demokrasi bu adamlar için sadece bir merdiven, ulaşmak istedikleri yere geldiklerinde ayaklarıyla tekmeleyip atıverecekler. Sandığına güvenmeyen bir millet olduk işte. Oylarının akıbetinden emin olamayan. Nasıl güvenelim, nasıl emin olalım, gördük ne haltlar yendiğini. 41 ilde sayım sırasında yaşanan elektrik kesintileri için enerji bakanımızın yaptığı "kedi" açıklaması ise zeka sınırlarını zorluyor. Beyin kapasitem bunu anlamak için yetersiz kalıyor. Onların über zekalarına aklım ermiyor. 

Yaniiiii, hakkaten yoruldum ben ya, zihnim yoruldu, bedenim yoruldu, ruhum yoruldu. İnsan olmaktan, bu ülkede yaşamaktan yoruldum.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...