31 Temmuz 2014 Perşembe

Vejetaryenlik üzerine ve adsız sağlıkçının yorumuna cevap


Bayram tatili de bitti. Tatile, Üzüm'e ve neler yaptığıma ilişkin haberleri bir başka postta yazıcam. Önce bir yoruma cevap vermek istedim. Şu yazıma sağlıkçı olduğunu belirten adsız kişisinden gelen "Et tüketiminin "aşırı"ya kaçmadığı sürece normal, doğanın bi gereği olduğunu düşünüyorum. Tavuktan bahsetmişsiniz, bir canlı yenir mi demişsiniz. Tavuğun yediği solucan canlı değil mi? Ve bir sağlıkçı olarak söylüyorum, evet sağlığımız için et yemeliyiz."  yorumuna cevap vermek istiyorum. 

Ben lakto-ova denilen türden bir vejetaryenim. Bu da şu demek; et ürünleri dışındaki hayvansal ürünleri yani süt, yumurta, yoğurt, peynir tüketiyorum. Ha bunları tüketirken içim rahat mı dersen, değil. Süt de hayvan sömürüsünün bir yüzü ve hatta en acımasızlarından biri. Çünkü süt vermesi için bir inek ömrü boyunca defalarca hamile bırakılır - ki bu doğal yolla değil, demir bir çubukla döllenmek suretiyle- sonrasında yavrusu elinden alınır, bebeğinin ihtiyacı olan sütü bizler tüketiriz. Bu aşamada yavrunun ve annenin yoksunluk belirtilerini ve çektiklerini saymıyorum bile. İnek ömrü boyunca bu şekilde tüketildikten sonra sütü azalınca kasabın elinde can verir.  Süt endüstrisinin özü budur. Yumurta desen bundan beter, hatta kanatlıların çektiğini başka hiçbir canlı çekmiyor yeryüzünde. Daha detaylıca girmek istemediğim bu tip sebeplerden dolayı, yumurtayı babamın bahçesindeki tavuklardan, sütü de köyden alamazsam tüketmiyorum. Marketten gidip de yumurta ve süt almıyorum. Alamıyorum, anlamak istemeyenler için bu benim açımdan bir vicdan meselesidir deyip kapatmak istiyorum. 


Veganlara, yani hiçbir hayvansal ürün tüketmeyenlere saygı duyuyorum, takdir ediyorum ve hayranlık duyuyorum ama kendi açımdan yapabileceğimi düşünmüyorum. Şu anda bile dışarıya yemeğe çıktığımızda sıkıntı yaşıyoruz, ülkemizde vejetaryen yemek kültürü diye bir şey olmadığından, ya kaşarlı pide yiyeceksin ya da makarna. Başka hiçbir seçeneğin yok. Çorba bile içemiyorum çünkü et suyu koymadan çorba mı yapılır mantığı var. E peynir de tüketmezsem, geriye hiçbir şey kalmayacak. Yemek yapma konusunda da çok yaratıcı ve iyi olduğumu söyleyemem. Yani vegan olduğum takdirde ciddi sağlık sorunları yaşayabileceğimi düşünüyorum. 

Gelelim sağlıkçı yorumcumun söylediğine, yani sağlığımız için et tüketiminin zorunluluk olduğu fikrine. Eti protein açısından zorunluluk görmek, tek protein kaynağının et olduğunu sanmak bence en kibar tabirle cahilliktir. Yumurta, yoğurt, kuru yemişler, baklagiller, lor... Bu besinlerdeki protein oranlarıyla etteki protein oranlarını kıyaslamanızı tavsiye ederim. Lakto-ova vejetaryenliğin et yiyenlerle kıyaslandığında çok daha sağlıklı bir yaşam biçimi olduğunu kabul etmek gerekiyor bence. Bir doktorun hazırladığı şu kaynaktan yaptığım alıntıya göre;

"Vejetaryenliğin sağlık açısından yararları:
• Vejetaryen diyetler kalp-damar hastalık riskini azaltmaktadır. Hayvansal kaynaklı besinlerin toplam yağ, doymuş yağ ve kolesterol içeriği yüksektir. Koroner kalp hastalığının, et yiyenlerde yemeyenlere göre %30 daha sık görüldüğü bildirilmektedir. 

• Vejetaryen diyeti uygulayan  bireylerin, karışık beslenenlere, özellikle eti çok tüketenlere göre kan basıncı ve hipertansiyon riski düşüktür. Bu olumlu etki vejetaryen diyetlerinin toplam yağ, doymuş yağ ve kolesterolü az içermesinin yanı sıra posa, sebze, meyve ve kurubaklagil gibi bitkisel besinleri fazla içermesinden dolayı kan basıncının düzenlenmesinde etkili olan potasyum, magnezyum ve kalsiyumun çok, tuzun (sodyumun) az alınmasından kaynaklanmaktadır.

• Vejetaryen diyeti tüketen bireyler, et içeren diyetle beslenen bireylere oranla daha düşük sıklıkta kansere yakalanmaktadır. Vejetaryen diyeti kurubaklagil, ceviz, fındık gibi sert kabuklu meyveler, taze sebze ve meyveler ile saflaştırılmamış tahıl ürünlerinden zengindir. Bu besinler de kansere karşı koruyucu olarak bilinen antioksidan ögelerin (E vitamini, C vitamini, karotenoidler, bioflavonoid ve diğer biyoaktif bileşikler) alımını artırır. 

• Osteoporosiz (kemik erimesi), kemik mineral içeriğinin azalmasıyla kemiklerin kırılabilir duruma gelmesidir. Etle beslenenlerde osteoporosize yakalanma riski daha yüksektir. Et gibi yüksek protein içeren besinlerin fazla tüketimi, kemiklerden kalsiyum kaybına neden olabilmektedir. Vejetaryen diyeti, yeterli düzeyde az yağlı süt ürünlerini bulundurduğunda 
yeterli kalsiyum alımını sağlar ve osteoporosiz riskini azaltır. 

• Vejetaryen diyeti, posadan zengindir. Şeker hastalığı (Diyabet), yüksek posalı diyet uygulayanlarda,  düşük posalı diyet uygulayanlara oranla daha az görülmektedir. Ayrıca bitkisel kaynaklı besinler posa açısından zengin olduğundan, kabızlığa karşı da koruyucudur.

• Vejetaryen beslenme alışkanlığı sürdürenler, böbrek taşları, safra taşları için de düşük risktedirler.

Vejetaryenliğin sağlık açısından sakıncaları:
• Vejetaryen olmak her zaman sağlıklı bir yaşam tarzı sürdürüldüğü anlamına gelmez.
  
• Vejetaryen bireyler besin çeşitliliklerini iyi ayarlayamazlarsa demir mineralini yetersiz alabilirler. Bunun sonucunda ise kansızlık (anemi) görülmesi kaçınılmazdır.

• Vejetaryen diyetlerinde özellikle veganlarda B12 vitamini yetersizliği de anemiye neden olur ve sinir sisteminde geri dönüşü olmayan zararlar verir.

• Vejetaryen yetişkinler, büyüme çağındaki çocuk ve gençler kalsiyumun iyi kaynakları olan süt ve ürünlerini yetersiz tükettiklerinde kemik sağlıkları riske girecektir.

• Besin çeşitliliği sağlanamadığı ve B12 vitamini gereksinimini karşılayacak kadar yumurta ve süt gibi hayvansal kaynaklı besinler tüketilmediğinde homosistein yükselir. Homosistein seviyesinin yükselmesi ise kalp damar hastalıkları için bir risk faktörüdür."

Şimdi yukarıdaki manzarayı incelediğimizde, yarar-zarar kıyaslaması yaparsak, kim daha iyi besleniyor? Yumurta ve süt ürünleri -ki bunların da doğalını tüketiyorsa- tüketen bir lakto-ova vejetaryen olan ben mi, yoksa etobur arkadaşım mı? Düzenli B vitaminimi alıyorum, yumurta ve yoğurt yiyorum, her gün badem, ceviz, kuru üzüm, fındık tüketmeye çalışıyorum. 

Tüm bu beslenme ve insan sağlığı kısmını geçsek bile, ben kendi açımdan, kendi vicdani rahatsızlığımdan dolayı et yiyemiyorum. Lezzetinden vazgeçmemek uğruna hayvanlara yapılan tüm zulümlere ortak olmak istemiyorum. Dünyanın sadece biz insanlar için varolduğu, hayvanların bizim beslenmemiz için yaratıldığı düşüncesi bana son derece bencil, kibirli ve türcü bir düşünce şekli gibi geliyor. 

Doğanın bir gereği olarak et yeme konusunda ise tam bir ikiyüzlülük içinde insanoğlu. Et yiyorum, çünkü doğanın kuralı bu diyorsunuz. Aslanlar ceylanları yiyor, tavuklar da solucanları yiyor, ben de inekleri yerim diyorsunuz. Hem bizler en üstün canlılarız, hayvanlardan üstünüz farklıyız diyorsunuz. Hayvanlar deneylerde türlü işkencelere tabi tutulurken "ama onlar hayvaaaan" diyorsunuz. Ama mevzu et yemeye gelince hayvanlarla bir olmakta bir sakınca görmüyorsunuz. Bir aslan etobur olduğu için et yemek zorunda, ya sen? Lezzetinden vazgeçemediğin için her yıl milyarlarca hayvan öldürülüyor, gün yüzü görmeden, ayakları çime basmadan, tıklım tıkış kafeslerde işkence ediliyor. Hissetmediklerini, acı duymadıklarını düşünüyorsan senin için yapabileceğim ve söyleyebileceğim hiçbir şey yok. Ama hissedebildiklerini bile bile yiyorsan, biraz daha düşünmeni, biraz daha empati kurmanı istiyorum. Bu bir zorunluluk değil, bunu kabul et, lezzetinden dolayı vazgeçmemek adına bahaneler üretme. 

Sevgiler, saygılar efenim :)




25 Temmuz 2014 Cuma

Kediyi evde bırakıp gitmek...


Bayram için bu gece eşimin memleketine gidiyorum. Başımıza bir şey gelmezse ikinci gün döneceğiz. Şimdiden içime hüzün oturdu. Gittiğinde yukarıdaki gibi bir görüntü bıraktığını bilmek nasıl bir duygu, yaşayan bilir. Ablam biz gelene kadar bizde kalacak. Ama yine de içim rahat olmuyor. Çünkü biliyorum ki, Üzüm bizim gittiğimizi biliyor, ve bizden başka kimseyi istemiyor. Stresli oluyor ve acısını ablamdan çıkarıyor. Ablam da tedirgin oluyor biliyorum, çünkü ciddi ciddi korkuttu bizimki onu. Geçen sefer saldırmış, köşeye sıkıştırmış, hırlamış, tıslamış, üstelik durup dururken. Umarım yine yaşanmaz böyle bir şey.

Üzüm, her kişinin karakterini biliyor ve herkese farklı davranıyor. Kedisi olmayanlar ya da hayvanlarla herhangi bir iletişime geçmemiş olanlar "yaa ne saçmalıyor bu" diyebilir ancak işin gerçeği bu. Kapris yapacağı insanı da, ondan çekinen insanı da çok iyi biliyor ve ona göre davranıyor. Ben evden çıkmadan önce balkondaysa, balkona doğru seslenirim "hadi kuzum içeri gir" derim ve girer. Balkonu kapatır giderim. Ablam geçen biz yokken, yarım saat içeri sokmaya çalışmış ve tırmığı da yemiş. Ne yaptıysam girmiyor diyor. Ablamın ondan çekindiğini, biraz tırstığını biliyor ve resmen onunla dalga geçiyor, oyun oynuyor. Yani ablamın o evdeki otoritesini tanımıyor, "bu evde senin değil, benim istediğim olur" diyor.

Geçen sene bayramdan döndüğümüzde gecenin bir yarısıydı saat. Arabayı parkettik, evden baya bir ilerdeyiz, bizim kız balkondaymış, bizi gördü uzaktan, miyavlamaları ortalığı inletti. Bu genelde köpekleri olanların yaşayabileceği türden bir sevinç gösterisiydi. 

Diyeceğim o ki, akşam evden çıkmadan yine iç sızlaması, hatta iç çatlaması yaşayacağım. Ama dönüş yolundaki yürek pırpırı da başka oluyor :)


22 Temmuz 2014 Salı

Üzüm'le başbaşa



Üzüm kızla yalnızız bu hafta. Eşim ailesinin yanına gitti. Ben de cuma akşamı gidicem. Bayramın 2. günü de döneceğiz. Evin içinde ben neredeysem o da peşimde. Yukarıdaki bakış ben evden çıkarken attığı bakış. Bu şekilde oturup emrah bakışlarını attıktan sonra son hızla arkasını dönüp koşuyor. 



Koca evde yatacak yer bulamayınca, ben ders çalışırken gelip sıkıştığı yer burası. Dosyaları da yavaş yavaş itiyor. O rafa sığışıyor. Kafa, göz yamulsa da son derece hoşuna gidiyor burada yatmak.


Bu da uyku vaktimiz. Ben pencerenin dibindeki çekyatta yatıyorum serin olduğu için. O da camın önüne uzanıp, kafasını bana doğru uzatıyor. Ben de onun güzel ağzını, burnunu, kulaklarını, bıyıklarını hayran hayran izledikten sonra uykuya dalıyorum. Çok ama çok seviyorum ben bu kızı yaa.

20 Temmuz 2014 Pazar

Amour


Birçok insanın sıkıcı olarak nitelendirebileceği bir film. Atraksiyondan hoşlananlara özellikle. Ama beni gerçekten etkiledi. Son derece çarpıcı ve düşündürücü. Filmi izlediğimden beri aklıma kazınan sahneler var. Vikipedi'de filmin yönetmeni için şöyle söylenmiş: "kimsenin kolayca ve içi rahat bir şekilde seyredemeyeceği filmler yapan yönetmen." 

Fedakarlık, aşk, emek, muhtaç olmak ve muhtaç olan bir insana bakmak. Filmi özetleyen kelimeler bunlar olabilir. Oyunculuklara bayıldım, filmde verilmek istenenler ancak bu kadar güzel oynanabilirdi. Ayrıca karı koca arasındaki diyaloglara ve ilişkilerine o kadar imrendim ki. Filmi izlemeyenler ve izlemeyi düşünenler yazımın bundan sonrasını okumasınlar çünkü filmin hissettirdiklerini film hakkında ipucu vermeden anlatamayacağım.

En çarpıcı sahneler elbette ki, adamın sabrının doruk noktasına geldiğinde kadına tokat attığı sahne ve yastıkla boğduğu sahneydi. İki sahnede de uzun süre soluksuz kaldım. Adamın kadını öldürmesi, ondan bıktığı için miydi? Yoksa kadını bu zor durumundan kurtarmak için miydi? Yaşlı kadın gibi, ömrünü aktif ve ayaklarının üzerinde duran bağımsız bir kişilik için yatağa bağlı kalmak ölümden beter bir durum. Ben de her zaman bunu düşünürüm ve en çok korktuğum şeydir; muhtaç olmak. Bakıma muhtaç bir hale düşmek. Sanırım ben de o kadın gibi bir duruma gelsem, ölmek isterdim. Eşi de onun ölüm isteğini yerine getiriyor, ondan sıkıldığından ya da artık bakmak istemediğinden değil, o böyle istediği için, onun ölümden beter mutsuzluğuna dayanamadığı için, bunu sonlandırmak için. 

Bir insanı öldürebilecek kadar sevebilir misiniz? 

18 Temmuz 2014 Cuma

Çaresizlik Kuyusu - Lydia MILLET

Uzuuuun bir aradan sonra kitap okudum. İdefix'in bir önceki siparişimle gönderdiği Sabit Fikir dergisinde okudum bu kitabın tanıtım yazısını. Çok beğendim ve sipariş ettim. Doğru söylemek gerekirse -tabi ki doğru söylemek gerek, ne biçim laf bu ya- daha farklı bir şeyler bekliyordum. Son derece yalın bir dil, kısa kısa hikayeler. Hayvan hakları, hayvan sömürüsü üzerine o kadar çok kitap okudum ki, belki beklentim daha detaylı, daha didaktik olması yönündeydi. Ama tersine, kitap son derece rahat okunan, akıcı ve içinize işleyen on kısa öyküden oluşuyor. İnsan ve hayvan ilişkileri üzerine, vicdan sızlatan, sorgulatan, hüzünlendiren on öykü.

Kitaba adını veren Çaresizlik Kuyusu, 1970'li yıllarda Psikolog Harry Harlow'un yaptığı bir deneyin adı. Bu deneyin ayrıntılarını daha önce bir kitapta okumuş ve gözyaşlarımı tutamamıştım. İnsan denen varlığın acımasızlığının cidden sınırı yok, bunu biliyorum ama hala algılamakta zorlanıyorum. Bir insan, nasıl olur da yapabilir bunları, hem de hiç vicdanı sızlamadan, en ufak bir üzüntü duymadan. Harry Harlow adındaki duygudan ve vicdandan yoksun yaratık, meslektaşlarınca yapılan eleştirilere de şöyle demiş: "maymunları nasıl sevebilirsiniz?" 

Harlow maymunları sevmiyordu ya da şöyle demeliyim belki de, Harlow maymunları sevilecek ya da sevilmeyecek bir ŞEY olarak görmüyor ve üzerlerinde en zalimce deneyleri yapmaktan da hiç çekinmedi. Yeni doğan yavru maymunları annelerinden ayırıp bir kutuda izole etti. Deneylerinin amacı bağlanma duygusunu araştırmaktı. Son derece trajik sonuçları olan deneyler zinciri, hayvanların çıldırması, kendilerini açlığa mahkum ederek intihar etmeleriyle sonuçlandı. 



Bunlar aslında bu kitapta geçen ayrıntılar değil, kitaptaki on öyküden birincisinin ve en etkilendiğimin ayrıntılarını ayrıca vermek istedim. Diğer dokuz öykü de, insanlar ve hayvanlar arasında geçen öyküler. Edison ve elektrik vererek öldürdüğü fil, Nicola Tesla ve aşık olduğu güvercinler, Madonna ve vurduğu sülün vb. İşin özüne gelirsem; kitabı okuduğunuzda göreceğiniz şey, insanın dünyanın kendisine ait olduğu kibri ve efendi psikolojisi. Bu kitapla ilgili internette bir yerlerde okumuştum, diyordu ki, kapısının önüne su koyan insanla, bu kaba sigarasının izmaritini atan insan psikolojisini düşüneceksiniz. Bu iki insanı ayıran şey ne? Vicdan sanırım.

Orta karar benim minik çam ağacımı merak etmiş, son durumu budur. Artık gövdesine sarılacağım günlerin hayallerinden vazgeçtim. Anlamadım gitti, ben bir yerlerde eksik bişiler yapıyorum sanırım. Gelişmiyor :( İncecik bedeni var. Sürekli yaprak çıkarıyor şimdilik.


16 Temmuz 2014 Çarşamba

Tatilsiz Yaz

Javier Perez
Keyifsizlik hali hakim blog aleminde. Çok severek bulunduğum bir ortam burası. İçimden geleni, geldiği gibi yazabilmek adına da, insanların yazdıklarını okumak adına da keyif aldığım bir mecra blog dünyası. Yaz sezonu blog dünyası için ölü sezonmuş sanırım, bunu da öğrenmiş oldum. Kendi adıma da böyle oldu durum. Ama benimki tatil değil, ders yüzünden :( Eşim izinde, ben çalışıyorum. O uyuyor, ben işe gidiyorum. Ben uyuyorum, o gezmelere gidiyor. Öyle ayrı takılıyoruz bu aralar.  İzin almama sebebim, sınav tarihinin belirlenmesi durumunda -ki artık ümidimi kesmeye başladım- iznimin hepsini ders çalışmak için kullanmak. 

İşten geliyorum, canım eşim sağolsun yemek hazırlıyor. Yemeğimi yiyip, biraz bloglara bakıp, derse başlıyorum. Ders çalışmada yeni bir taktik geliştirdim. Dersi telefonuma okuyorum ve kaydediyorum. Serviste işe gidip gelirken takıyorum kulaklığımı dinliyorum kendi sesimden dersleri. Böylece defalarca tekrar etmiş oluyorum. 

Balkondaki kovana ellemedim, hala duruyor. O balkonu kullanmıyoruz. Onlar da işi büyütmüş gibi değiller, aynı büyüklükte duruyor kovanları. Et yemiyorum ama bal yiyorum. Arıları izlerken "arı filmi" geldi aklıma. Arıların binbir zahmetle yaptığı, binbir çiçekten damla damla topladıkları balı, ellerinden çalıp afiyetle yediğimizi düşündüm ve yine üzüldüm. İnsanların hayvanlara yaptığı büyüklü küçüklü binlerce istismar var. Bal da bunlardan biri aslında. İzlemeyenlere tavsiye ediyorum, çok başarılı bir animasyon filmi: "Arı Filmi".

Az az kitap okumaya ve de spor yapmaya başladım birkaç gündür. Gözlerim doldu azmim karşısında :) Gece yatmadan önce çok değil 15-20 dakika squat, bel ve karın egzersizi yapıyorum. Sonra duş alıp, yatağa uzanıyorum yarım saat kadar da kitap okuyup uyuyorum. Önceleri uyumakta hiç zorlanmazken, yastığa gömüldüğüm anda uyurken, bugünlerde uyumakta çok zorlanıyorum. 

Geçen gece sinirimden kudurdum yattığım yerde. Önce sıcaktan uyku tutmadı, sonra tam dalacakken, karşı apartmanda oturan insan sürüsü balkona çıktı ve resmen bağrışmaya başladılar. İki ergen kız, bir ufak velet ve anneleri. ama öyle böyle değil, resmen bağırarak konuşuyorlar. Küçük çocuk çığlık atıyor, kızlar ona bağırıyor, anneleri de hepsine. Böyle konularda insanlarla tartışmaktan ya da tepki göstermekten kesinlikle çekinmem ama nedense balkona çıkıp da "herkesi kendiniz gibi işsiz güçsüz mü sanıyorsunuz, sessiz olun" diyemedim çünkü aklıma Üzüm geldi. Üzüm o balkona çıkıyor bütün gün ve gece de genelde orada yatıyor. Bunların küçük veletleri bu tepkime karşılık kızımı rahatsız edebilir, hatta lazer falan tutup aşağı düşmesine neden olabilir gibi binbir fantezi kurdum ve bağrınmaktan vazgeçtim. Annelik böyle bişeymiş demek ki. Nerden nereye bağlantı kurdum bak, gördün mü. Balkona çıktım, ellerimi belime koyup dik dik baktım ama görmediler bile beni. Zaten görseler de, altımdaki puantiyeli kaprim ve sağa sola kaymış askılı penyem ve saçı başı dağılmış halimle ciddiye alacaklarını sanmıyorum. Deli sanabilirlerdi o halimle :D

İşte böyle sevgili blog. Seviyorum seni, kib, bye :D

11 Temmuz 2014 Cuma

Çokomel



Seneler sonra çokomel kağıdı düzleştirdim tırnağımla :D Alkım'ın şu yazısı geldi sonra aklıma.   Kaç çokomel yiyebilirim ardı ardına bilmiyorum. Hey gidi çocukluğumun çokomeli...

Bu aralar ne kadar durgun blog alemi. Sıcak vurdu sanırım herkesi. Baygınlık, bezginlik halleri.   

3 Temmuz 2014 Perşembe

Daldan dala...

Javier Perez
  • İş yerimde akşamın hayalini kuruyorum tüm gün. Eve gidince ders çalışayım, kitap okuyayım, yarım saat spor yapsam vs.vs. Bir sürü şey. Eve gidince ne yapıyorum. Yemek yiyorum, zorla dersin başına oturuyorum. Bir süre sonra uykum geliyor, sürüne sürüne biraz daha çalıştıktan sonra cumburlop yatak. Dün mesela saat 21:30'da yattım. 
  • Lavanta yağı falan işe yaramadı. Sivriler beni yemeye devam etti. Yalnız kesinlikle tavsiye ederim, güzel bir oda parfümü oldu. Spreyli şişeye damlat, suyla seyrelt, sık istediğin her yere, mis gibi. Bir sürü kanserojen içeren oda parfümlerine bin basar. Kanserojen, kimyasal falan dinlemeyip iki gecedir, takıyorum fişe sivrisinek matını uyuyorum valla. Ne yapayım kardeşim, olmuyor işte. Doğal yöntemlere bağışıklık kazanmış sanırım bu meretler. Bir ara limona batırılmış karanfil formülünü de deneyeceğim ama :)

  • Son zamanlarda aldığım kitaplardan hiçbirini okumamış olsam da sürekli kitap sitelerinde dolanıyorum ağzımdan sular aka aka. Geçen siparişimde idefixe'in gönderdiği edebiyat dergisinde bir kitap gördüm: "Çaresizlik Kuyusu". Kitabı bilemiyorum ama tanıtım yazısını çok beğendim. Ona taktım, halbuki bir sürü kitap beni bekliyor. Bir de bu dergiyi sevdim; Sabit Fikir. Lise ve üniversitede dergi alışkanlığım da vardı. Sonra ne oldu da bıraktım. Leman alırdım, Tübitak'ın dergilerini alırdım, edebiyat dergileri alırdım. Şimdi hiç almıyorum. Gerçi artık Tübitak da kendinden geçti dimi. Hey gidi hey, ülkemde tecavüze uğramayan bi yer kalmadı.  

  • Sıvı sabun yapıyorum ikidir. Katı sabunla sıvı sabun arasında ne fark var derseniz, katı sabun daha doğal gibi geliyor bana. Hem işyerinde kullanmak için, hem de daha az kimyasal içerdiğini düşündüğüm için. İlk yaptığım sabun, yaratık filmlerinde yaratıkların üzerinden böyle iğrenç sıvılar akar ya, vıcık vıcık, salya gibi, hah işte o kıvamda oldu. Meğerse 100 gr.lık sabun yerine 200 gr. sabunu rendelemişim. Üzerine epey bi su koymuştum. Şimdi ki biraz daha iyi oldu. İşyerimdeki tuvaletlere konulan sıvı sabunlar doğal olarak en dandiğinden olduğu için böyle bir işe kalkıştım, iyi ki de yapmışım. Mis gibi kullanıyorum, evde de kullanır oldum. 

  • Dün farkettim, yaz akşamlarının malum çocuk gürültüsü ezan okunduğu saatte birden kesiliyor. İftar vakti çocuklar da eve çağrılınca ortalık birden sessizliğe bürünüyor. Tam o saatte balkona çıktım, çok güzel bir andı :) Ortalık sessiz, terkedilmiş gibi. 

1 Temmuz 2014 Salı

Bugünlerde ben...


Sabahları elimi kaldıracak halim olmuyor, bırak el kaldırmayı asansörde günaydın diyen iş arkadaşlarıma cevap vermek bile acayip zor geliyor. Havalara mı bağlamalıyım bu durumu bilmiyorum. Haftasonu cumartesi temizlik, pazar gezme tozma şeklinde geçti yine. Yani bu haftasonu da ders çalışmadım. Pazar geç yattığım ve  yine sivrisineklerle cebelleştiğim için uyumadığımdan, dün akşam yemekten sonra yattım ve yaklaşık 12 saat uyudum :) Yatak odasından taşındık, balkonlu küçük odada, yani Üzüm'ün odasında yatıyoruz artık. Daha serin oluyor. Ben kanepede, eşim yerde yatıyor. 

Sivrisineklere karşı bi alet aldım ama hiçbir işe yaramadığı gibi, ben korkudan çalıştıramıyorum bile. Fişe takılıyor, mor ışıkla sinekleri çekip, cızbız ediyor ya onlardan aldım. Evet benim gibi bir hayvansever, resmen evine işkence aleti aldı. Fişe takmadan önce Üzüm'e verdik, kokladı tanıdı iyice. İlk gece taktık yattık ama hiçbir işe yaramadı, yine kulağımın dibinde dolandılar. Sonraki gece taktık ama ben kafamda binbir senaryo yazdım. Pisi koklamak için yaklaşıyor, bıyığından elektriğe tutuluyor falan. Kalktım gece çektim fişten. Kimyasal olduğu için kullanmadığım spreyi boca ettim elime koluma bacaklarıma sinirden, yattım uyudum. 

Dün internette bir araştırma yaptım ve lavanta yağını buldum. Eve giderken lavanta yağı aldım aktardan, bir sprey şişesinde suyla seyrelttim ve yatmadan önce yastığıma, yatağa, perdelere, odaya ve kendime sıktım. Hatta buhurdanlığa da birkaç damla yağ ve su koydum, sonra altına da mumu yaktım. Lavantalı lavantalı yattık yani. İşe yaradı sanırım, kulağımda vızırtıyla uyanmadım. Sevmezlermiş lavanta kokusunu, ne güzel dimi. Okuyan da, evi bataklık kenarında falan sanacak. Çok fazla değiller ama ben takıntılıyım sivrisinek vızırtısına. Duydum mu uyuyamıyorum. 

Eşim yarından itibaren tam bir aylığına izne çıkıyor. Ben olsam sıkılmam da, o sıkılacak kesin :) Şimdiden, ne yapsam izinde derdi başladı. Benim için zorlayıcı bir dönem olacak ama mecburum, izne ayrılamam. Çünkü izinlerimi sınav öncesi döneme saklamam gerekiyor. Anasını satayım, tarihi belli olmayan bir sınava çalışmak ne zor şeymiş ya. Bir yandan bir an önce açıklasalar diyorum, bir yandan da hiç hazır hissetmiyorum kendimi. Böyle ağır ağır çalışmak kolayıma geliyor, biliyorum ki açıklansa iyice panik yaşayacağım.

Babamın sonuçları çok iyi çıktı, doktor ışın tedavisine bile gerek görmedi. 3 ay sonra tekrar kontrol. Şimdilik mükemmel :)

Son haberler böyle. Sonra görüşürük...

Çok önemli not : Evinizin önüne bir kap su koyun. 



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...