31 Ekim 2013 Perşembe

Adem'le Havva'nın Güncesi - Mark Twain




Adem'le Havva'nın güncesi, erkek ile kadın arasındaki düşünce farklılıklarını mizahi bir dille anlatan bir öykü. Bunun dışında kitapta 6 tane daha öykü var. Adem'le Havva konusu bana da her zaman ilginç gelmiştir. O yüzden aldım zaten bu kitabı da. Hoş, eğlenceli bir öykü. Ama çok beğendiğimi ya da hayran kaldığımı söyleyemem açıkçası. Kitap bir şey kattı mı bana, ya da sürükledi mi, hayır. Kısacık bir kitap olmasına rağmen elimde sürünmesinin nedeni de budur. Bir yandan bitse de yeni kitabıma başlasam bir an önce diye düşünürken, bir yandan da ilerleyememek kötü. Mizahi kitaplar çok da okuduğum türlerden değil, belki de bu yüzden yadırgadım. Kitabı okurken sürekli bir "ee nolmuş yani" diye boş boş bakarken buldum kendimi. Sanırım benim türüm değildi. Kimseyi kitaptan ya da yazardan soğutmak istemem. Zaten kötü olduğunu da söylemem, gayet eğlenceli bir dili ve anlatımı var. Ama dediğim gibi  benim türüm değilmiş sanırım. 

30 Ekim 2013 Çarşamba

Çöküş (Der Untergang)

2004 yapımı filmin yönetmenliğini Oliver Hirschbiegel yapmış. Adolf Hitleri Bruno Ganz oynamış. Oynamak ne kelime. Yaşamış ve yaşatmış. Adam Hitler olmuş çıkmış açıkçası. 

1945 yılı... Hitler ve yakın çevresinin, Kızıl ordunun Berlin'i kuşatmasıyla yaşadıklarını izliyorsunuz. Bir ideolojinin insanları nasıl etkisi altında bıraktığını, çocuklarını bile öldürebilecek kadar akıllarını kaybettiklerini, ölürken bile "Heil Hitler" diye selam verecek kadar bağlı olduklarını şaşırarak izledim. 

Çemberin daraldığı son anlarını izliyorsunuz Hitler'in. Ruhsal durumunu, gelgitlerini, sadece Yahudileri değil, kendi halkını bile gözünü kırpmadan ölüme sürüklediğini kanınız donarak izliyorsunuz. 

Gerçekten aklım almıyor. Nasıl olabilir böyle bir şey? İnsan çocuklarını bile gözünü kırpmadan öldürebilir mi bir ideoloji uğruna? "Nasyonal sosyalizm olmayan bir dünyada yaşamaları anlamsız" diyor filmde kadın. Bugüne kadar Hitler ve Nazi Almanyasıyla ilgili "Hayat Güzeldir", "Schindler'in Listesi" ve "Piyanist"'i izledim. Hepsi de mükemmel filmler. Piyanist'te Adrien Brody'e hayran olmuştum, filmin müziklerine de. Hayat Güzeldir öylesine muhteşemdi. Hepsinde izlerken aklımın almadığı soru bu; nasıl olmuş bütün bunlar? Üstelik yüzyıllar öncesi falan da değil, yakın tarih. İnsanlar nasıl desteklemişler Hitler'i. Tüm dünya nasıl göz yummuş bu yaşananlara? Hadi Hitler, dünyaya gelmiş en büyük psikopattı, ruh hastasıydı. Ya onu destekleyen çevresi, yakınları, milyonlarca insanı öldürenler, bizzat bu işin içinde olanlar, çocuklar üzerinde deneyler yapan doktorlar, insanları canlı canlı gaz odalarına sokanlar, dişlerini sökenler, nasıl yapabildiler? 

Albert Einstein, olan biteni "kitlesel delilik" olarak nitelemiş. Gerçekten en iyi tarif sanırım bu. İnsanlar toplu bir şekilde kafayı yemiş olmalılar o dönemde. Albert Einstein'da bir ölüm kampında öldürülebilirdi eğer Amerika'da olmasaydı. 

Filmde Yahudiler ya da soykırıma ilişkin detaylar yok, sadece Hitler'in ve yakın çevresinin Rus kuşatmasıyla sığınıkta geçirdikleri son saatleri yer alıyor. 

Hitler'i ve o dönem Almanyasını, yaşanan soykırımı merak ediyorum. Aklım almadığı için belki. "Kavgam" ı okumaya karar verdim. Bu adam nasıl bir insandı, ne yedi ne içti, neler okudu, nasıl yetiştirildi, annesi babası nasıl insanlardı da bu adam var oldu? Dünya tarihine adını asla silinmeyecek şekilde kazıdı Adolf Hitler. Görülmemiş bir vahşete imza attı. Her zaman söylerim ve savunurum insan kötü bir varlık. Ama böyle bir kötü görülmedi. Aklın hayalin sınırlarını zorlayan şeyler yaşanmış. 6 milyon Yahudi, bunun dışında binlerce özürlü, binlerce eşcinsel, binlerce çingene aklın alamayacağı yöntemlerle öldürüldü. Gerçekten kitlesel delilik.

Mutlaka izleyin derim. Etkileyici bir film, çok etkileyici bir oyunculuk.  

28 Ekim 2013 Pazartesi

Bayramımız Kutlu Olsun



Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal AtatürkCumhuriyet'in Onuncu Yıl Kutlamalarının yapıldığı 29 Ekim 1933 tarihinde verdiği 10. Yıl Nutku'nda, bu günü en büyük bayram olarak nitelendirmiştir.

Cumhuriyet, amaç değil araçtır diyen sinsi zihniyete, her milli bayramda hastalanıp törenlere katılamayan devlet büyüklerimize inat en büyük bayram. Dehasına hayran olduğum Mustafa Kemal Atatürk, vatanında aldığı her rahat nefeste şükretmesi gereken insanlar tarafından aşağılık bir şekilde karalanmaya çalışılsa da, değerinden zerre kaybetmeyecek. 

En büyük bayramımız kutlu olsun. 

22 Ekim 2013 Salı

Bir sabır testi olarak devlet daireleri


Hava değişikliği hasta etti beni dün gittim rapor aldım 2 gün. Raporu almak için de doktorda 1,5 saat sıra bekledim. Bu sırada da Uçurtma Avcısı'nı bitirdim. 

Babamın vergilerini internetten yatıyorum. Bu ay atlamışım ve vergi dairesine yatırmam gerektiğine ilişkin bir uyarı verdi sitede. O aklıma geldi eve gelirken hazır izinliyken halledeyim de öyle gideyim eve dedim. Önce bir bankaya girdim. Bankada 40 dakika sıra bekledim. Ve sonunda ödememi ya Ziraat Bankasına ya da vergi dairesine yapmam gerektiğini öğrendim. 

Vergi dairesine gittim. Sıra numarası aldım, önümde 101 kişi var. Uzun süre burdayım diye düşünürken yarım saatte sıra geldi. Ama sıranın gelmesi işinin bitmiş olacağı anlamına gelmez ki, hemen heveslenme. Meğer sadece ordan bir çıktı almak için bekliyormuşuz. Çıktıyı aldım vezneye gittim. Ve hiç şaşırmadım tabii, burda da sıra var. Neyse girdim bekliyorum. Sıra bana geldi ve bir aksilik çıkacağından adım gibi eminim. Görevli memur, yatıramazsınız bunu dedi. Hata veriyor, 19 numaraya takip servisine gidin. Gittim 19 numaraya, orda da kuyruk, girdim, sıra bana geldi. Görevli memur ekranda bir şeylere baktı etti, 20 numaraya düzeltme servisine gidin dedi. Gittim, kuyruk, sıra geldi, görevli memur verilen kağıda bir şeyler yazdı ve bunu aldığınız yere götürün dedi. Geri gittim. Kadın tekrar baktı ekrana bir şeyler yaptı falan. Olmuyor dedi. Sistem hata veriyor, yarın gelin halledelim dedi. Allahım sana geliyorummmmm. Zaten hastayım, ayakta zor duruyorum. O durumda bilmem kaç numaraya git, ordan oraya git, her yerde sıra bekle. Levent Kırca'nın parodilerinde figüran gibi hissettim kendimi. Küfür etmediğim şey kalmadı. 

Ve bugün kahvaltımı yaptım. Çıktım Vergi dairesine gittim. Dünkü memura gittim yerinde yok, gelir birazdan dediler. Bekledim 10 dakika. Geldi. Ekrandan bir şeyler yaptı. Yanındaki masada oturan memura verdi. O da bir şeyler yaptı. Bir çıktı aldı. Onun da yanındaki masadaki kadına imzalattım. Müdüre ve müdür yardımcısına da imzalat getir dedi. Gittim müdüre ve müdür yardımcısına imzalattım. Sonra tekrar o kadına gittim. Bir şeyler yazdı çizdi, sonra bunu muhasebe servisine götür dedi. Muhasebe servisindeki kadın da bir şeyler karaladı, bir sürü evrak çıkardı falan. Tamam dedi git vezneye parayı yatır. Neyle yatırcam dedim. Ödeme listen yok mu dedi. Yok, internetten yatırdım hep dedim. Git 19 numaraya liste çıkart dedi. Beynim zonklamaya başladı. Gittim liste çıkarmaya. Listeyi çıkardım ve vezneye gittim. Parayı yatırdım. 

Altı üstü devlete 34 liralık bir vergi yatırdım ama kendimi çooooook büyük bir iş halletmiş gibi hissettim. Ben de bir memurum ama uzun zamandır hiç böyle bir yere gidip böyle bir şey yaşamadım. Her işimi internetten gördüğüm için ve çalıştığım yer bu şekildeki memuriyet havasından farklı olduğu için uzak kalmışım. Aman allah düşürmesin bir daha. Hiç bir devlet dairesine iş görmek için gitmek istemiyorum bir daha. Devlet resmen vergisini ödemek isteyen vatandaşa işkence yapıyor. Altı üstü zamanını kaçırmışım, al faizini ödeyeyim internetten gitsin. Rezillik resmen yaa. Sabrınızı sınamak istiyorsanız gidin de ufacık bir iş görün devlet dairesinde. Yemin ederim, 40 yıllık yoga ustaları falan saç baş yolar. 

Uçurtma Avcısı - Khaled Hosseini

khaled hosseini

Bayramda büyük kısmını okuduğum kitabımı İzmir'de bitirdim. Filmi olduğunu bilmiyordum. Film alırken gördüm onu da aldım. Ama okuduğum kitapların filmlerinde hep hayalkırıklığı yaşadığım için filmden çok şey beklemiyordum. 

Öncelikle kitaptan bahsedeyim. Kitap müthiş sürükleyici. Kitabın genelinde yaşadığım duygu hüzündü. 1975 yılı Afganistan'ında, Afganistan'ın Rus işgali ve Taliban'dan önceki zamanlarında başlayan, iki çocuğun muhteşem hikayesi.  Hasan ve Emir. Emir zengin bir babanın oğlu ve Hasan onların yanında çalışan bir hizmetkarın çocuğu. Aralarındaki dostluk, Afganistan'ın içinde bulunduğu koşullar, Rus işgali ve Taliban'dan sonra bir mezarlığa çevrilmiş Afganistan. 

Yazarın ilk kitabıymış. Yazarın kendisi de Afganistanlı olup Amerika'da yaşamaktaymış. Asıl mesleği doktorluk olan yazarın kendi yaşamından da izler taşıdığını düşünüyorum kitabın. Kitap için söyleyebileceğim tek şey "okuyun". 

Filme gelirsek; 2007 yapımı filmin yönetmeni Marc Forster. Kitabından sonra benim için yine hayalkırıklığı oldu. Yine yüzeysel anlatım, duygu derinliğine inilememiş detaylar. Gerçi ben kitabı okuduğum için filmi beğenmedim sanırım. Çünkü eşim kitabı okumadan izledi filmi ve çok beğendi. Kitap okurken oluşturduğunuz karakterler, sahneler canlanmayınca filmde hayalkırıklığı yaşanıyor doğal olarak. Filmdeki hiçbir karakter oturmamış bence. Emir'i sevmedim öncelikle. Filmde beğendiğim tek karakter Emir'in babasıydı. Cuk oturmuş diyebilirim. 

"Yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşididir. Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı  çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığında, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun."

"Yukarıda bir yerde Tanrı varsa, umarım benim viski içmem ya da domuz yememden çok daha önemli meselelerle uğraşıyordur."

19 Ekim 2013 Cumartesi

Bilinç Gökten Düşmedi - Hoimar Von Ditfurth

hoimar von ditfurth

Tanrıya hayvan kanı sunarak kutlanan bir "bayram"ı daha bitirdik. Yine yollardaydık her bayram olduğu gibi. Yarısı eşimin memleketinde yarısı burada. Perşembe günü başlayan başağrım pazartesiye kadar kesintisiz devam ederek bir rekor kırdı. Hiç kesilmeden tam 5 gün. Ağrıkesiciye rağmen. Bugün sabahtan hastaneye gittik. Teşhis migren. Ancak ataklar bu uzunlukta devam ederse ve şiddetlenirse tekrar kontrole gidilecek. Migren atağı için çok uzun bir süreymiş 5 gün. Kısa bir hal-durum izahından sonra gelelim kitaba:

Bu aralar okumaya merak saldığım bir konu; evrim. Bu konuda yazılmış çok da güzel kitaplar var. Yasaklanmadan hepsi alınmalı :) Dawkins'in kolay okunan kitaplarından sonra çekindiğim bir kitaptı ancak en az Dawkins kadar sürükleyici ve kolay okunan, anlaşılabilir bir kitap Bilinç Gökten Düşmedi. Cumhuriyet Kitaplarının Popüler Bilim kategorisindeki kitabımız 528 sayfa. Evet, biraz hacimli. Ama dediğim gibi son derece rahat okunuyor. 

Kullandığımız ürünlerin test aşamalarında ya da bilimsel açıdan, her ne amaçla olursa olsun, masum canlılar üzerinde test yapılması benim vicdanıma sığmıyor ve ahlaken doğru bulmuyorum. Elimden geldiğince de bu tip deneyler yapan firmaların ürünlerinden satın almıyorum. Kitapta bilinç araştırmaları üzerine yapılan hayvan deneylerinden bazı örnekler verilmiş. İçim acıyarak okudum. Başka türlü olamaz mı diye kendi kendime sorguladım. Beyin ve bilinç başka nasıl araştırabilir? Kazalarda beyninin bazı bölgeleri zarar görmüş insanlarda da bilinç üstüne pek çok deney yapılmış. Ama bir tanesi özellikle dikkatimi çekti. Bu da iki yavru kedi üzerinde yapılan bir deneydi. Yeni doğmuş iki yavru kedi, gözleri açıldığı andan itibaren karanlıkta tutuluyor ve günde otuz kırk dakika kadar silindir bir borunun içerisinde tutuluyor. Bir kedinin borusu siyah beyaz yatay çizgilerden, diğeri ise dikey çizgilerden oluşuyor. Günler sonra kediler çıkarıldıklarında sonuç; yatay çizgili silindirde tutulan kedi sadece yatay şekilde duran nesneleri görürken, dikey durumdaki nesneleri görmüyor. Merdiven çıkabiliyorken, ağaca tırmanamıyor. Diğer kedi ise sadece dikey pozisyondaki nesneleri algılıyor. Ve bu durum kesinlikle kalıcı oluyor. Buradan da anlaşılıyor ki, beyin belli bir yeteneği ya da öğretiyi sadece belli bir zaman diliminde algılarsa öğreniyor. Bu süre geçtiği zaman beynin bu kısmı yazılmaya kapalı bir duruma geliyor.  

İlginç bir diğer nokta da evrim perspektifinden bakıldığında bizlerin bir geçiş aşaması formu olduğumuz noktası. Yani bizler hayvan-insan geçiş aşamasını henüz tamamlamamış canlılarız. Beynin yapısına ve gelişim aşamalarına bakarak bunu kanıtlıyor kitap. Ara beynin müdahalesinden kurtulamamış, üst beynin ise kapasitesinin sınırlarını dahi bilmediğimiz bir ara geçiş formu. Bizlerden binlerce yıl sonra canlılar ne durumda olur, kimbilir? Şöyle diyor kitapta;

"Belki de, oldum olası kendimizle ilişkili en tehlikeli yanılgımız, bir akla sahip olduğumuz için bütün öteki canlılardan ilkece ve kökten ayrıldığımız yanılsamasıdır. Ama bütün bunlar, yarım hakikati oluşturan doğrulardır. Hakikatin öteki yarısı, evrim açısından baktığımızda şu halimizle bir geçiş aşamasını temsil ettiğimiz tespitinden oluşmaktadır. Akıl ve mantığa sahip olmamıza rağmen hayvan-insan geçiş alanının ötesine tamamen adım atmış sayılmayız. Dolayısıyla gerek düşüncelerimiz gerekse dünya görüşümüz -öğrenme yeteneğinden yoksun olduğu besbelli, mantıklı düşünmekten aciz, davranış ilkelerini, çok geçmişlerde kalmış bir dünyanın eskimiş gerçekliğine sabit, klişe davranışlarla uyum sağlama alışkanlığından türetmiş -bir beyin bölgesinin kararlarından hala etkilendiğine göre, "insani" olma özelliğinden uzaktır."

Burada bahsedilen beyin bölgesi "ara beyin". Kitapta beynin kısımları olan beyin sapı, ara beyin ve üst beyin aşamaları detaylı incelenmiş, işlevleri ve yaşamımızdaki rolleri üzerinde durulmuş. Birçok şey öğrendiğim bir kitap oldu benim için. Beynimizi ve evrimini merak eden herkesin okumasını tavsiye ederim. 

"Evrim, organizmanın bedensel biçimini başlangıçtan bu yana durmadan geliştirmiş ve adım adım, ortaya çıkan yeni ve özgün durumlara uyarlamıştır. Kuşkusuz hayranlık uyandırıcı, inanılması güç bir şeydir bu. Mutasyon ile seçme ayıklama süreçlerinin bugün bildiğimiz sonsuz çeşitlilikteki yaşama biçimlerini ortaya çıkarması konusunda da söylenecek söz aynıdır. Ama ne olursa olsun, olup bitenin içinde doğaüstü bir gücün müdahalesini aramak boşunadır, her şey "doğal" yollardan gerçekleşmiştir."

"Dünyanın gelişme tarihiyle de özdeş olan evrensel gelişmenin karakteristik niteliği, doğa tarihinin süreci içinde kaçınılmaz şekilde, tabaka üstüne tabaka koyarak hep yeni bir şey doğurmak, ortaya koymak olmuştur. Aynen öyle, tabaka üstüne tabaka koyarak. Katman katman. Ve burada hiçbir şey gökten düşmez. Ne bilinç, ne ruh ne de zeka."

6 Ekim 2013 Pazar

Kurban



Kurban yaklaşıyor, içimdeki sıkıntı büyüyor. Önceden beri nefret ettiğim, evden kafamı çıkarmak istemediğim bir "bayram". Zavallı hayvanların pazarlara taşınmasıyla başlayan iç sıkıntım, bayram sabahı mide bulantısına dönüşüyor. Boğazımda bir düğüm ve ağlama isteği. Mecburen gidilen ziyaretlerde ellerine kan bulaşmış insanlarla "bayramlaşma". İçimde yükselen nefret çığlıklarını atamamak, hiçbir şeye engel olamamak, acı veriyor. Kan bayramı... Et bayramı... Kavurma bayramı... Mangal bayramı... Tiksiniyorum...Gidilen her evde et ve kan kokusu. O elleri öpmek zorunda kalmak. Bünyem alt üst oluyor şimdiden düşündükçe. 

İlkçağlardan beri var olan bu saçma inanç hala devam ediyor uygulanmaya. Tanrılara kurban vermek, kan sunmak. Tanrıları kızdırmamak... Şimdiyse buzlukları etle doldurmak...

Kurban inancıyla ilgili güzel bir yazı : Okuyun lütfen.




1 Ekim 2013 Salı

Karaçam büyüyor...


Ufaklık büyüyor. Yandaşı minik yaprak da öyle. 

Bugün yağmurlu İzmir. Hava soğuk olmasa da sabah, dışarı çıktığımızda o kasvetli havayı görünce kış gelmiş dedik. 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...