9 Aralık 2013 Pazartesi

İsteksizlik



Kaç gündür bir isteksizlik var üstümde. Yazmak istiyorum, ne yazsam bilemiyorum. Elimdeki kitap da süründü sırf bu yüzden. 10 sayfası kaldı sadece, açıp da okumuyorum. Kitabı beğenmediğimden de değil, genel bir üşengeçlik hali var üzerimde. Ondan bundan bahsedeyim bari.

Üzüm kızım, geceleri benim üzerimde uyur. Genelde yüz üstü uyurum, o da sırtımda uyur. Sırtımda 5 kiloluk kediyle uyuyorum evet :) Bazen sırf o rahatsız olmasın diye çakılıp kalıyorum, elim kolum uyuşuyor. Kıpırdanınca da ayak ucuma gidip yatıyor. İlk yattığımızda uykuya dalana kadar mırlıyor. İşte o mırıltı var yaaa. Huzur buluyorum. 

İşyerimde biraz yoğunluk var bir haftadır. Çalışmayı severim. Yaptığım işi de en iyi şekilde yapmak isterim. Ama iş yaparken ortam mümkünse sessiz olsun, çok mutlu olurum. Çok konuşan insanlara zaten tahammülüm yoktur. Hele ki ben çalışırken birileri sürekli konuşuyorsa çıldırıyorum. Çok konuşmak kesinlikle bir hastalık bana göre. Ama nasıl bir hastalık çözemiyorum. Hayır neden gereksiz yere sürekli konuşmak ister ki insan. Var işte böyle insanlar. Sürekli konuşuyor, sürekliii. Gereksiz detaylar, saçmalamalar, 7 kuşak akrabalarının neler yaptığı ve gereksiz her şey hakkında. Konuşmaktan zevk almak nasıl bir hastalık acaba. Gerçekten bak merak ettim şimdi, tıpta böyle bir hastalık var mıdır?

Saçlarım çok dökülüyor. Önceden o kadar çoktu ki, çokluğundan şikayet ederdim. Sen misin şikayet eden, öyle çok döküldü ki, at kuyruğu yaptığımda azıcık kalıyor. At kuyruğu değil, fare kuyruğu :) Haftasonu sarımsak, zeytinyağı ve yumurta sarısı karışımı sürdüm kafama. İğrennnnnç bir kokuyla dolaştım 3 saat. Eşim "kokacaksın, geçmez o sarımsak kokusu, yıka artık" dese de yıkayınca geçti kokusu. Umarım işe yarar.

Havaların ayarı gerçekten kaçtı artık. Sabahları ve akşamları kutup havası, öğlen bildiğin sıcak. Dünyanın anasını ağlattık, iklim mi bozulmayacak. Sonumuz yakın yeminle, gel de çocuk yap şimdi. Bence yaşayan son birkaç nesilden biriyiz. O kadar yakın tarihlerden bahsediliyor çünkü.

Deniz kabukları da öylece duruyor. Kesinlikle üşengecim. Dur bu akşam bi niyetleneyim onlara. 

Ceren, yemek yapmaktan, yemeklerden falan bahsetmişti, ben sevmiyorum ya yemek yapmayı. Kek, tatlı falan seviyorum da, yemek yapmayı sevmiyorum. Bunun da sebebi kesinlikle şudur efenim; her gün her gün yemek yapmak çok sıkıcı. Her gün ne yesek diye düşünmek yorucu. Ama tatlı, kek, pasta rutin olmadığı için, haftada bir falan yapıldığından uğraşması zevkli. Rutine bağladın mı iş sıkıcı oluyor. Her gün tatlı yapsam ondan da tiksinirim eminim. Bir de şöyle bir şey var, işten çıkıyorsun, eve gidiyorsun. Açsın zaten. Hemen hazır olacak bir şeyler yapmalısın ki, bir an önce yenmeli. Ne kadar uğraşabilir ki çalışan bir insan yemek hazırlamakla. Hemen olacak, hop yiyeceksin. Bu da genelde makarnadır bizim için :) Makarrrrrna; hem leziz, hem doyurucu, hem pratik. Daha ne olsun ama dimi :) Bir gıdadan daha ne beklenir.

2013'de bitiyor. Zaman gerçekten çok çabuk geçiyor. Eşimin memleketinden az da olsa bir yazımda bahsetmiştim. Ergenliğini, pek de rahat yaşayamayacağı tutucu bir yer. Yani orada hippi falan olamazsın, saç uzatamaz, küpe takamaz, kız arkadaşınla elele dolaşamazsın. Parklarda, bahçelerde öpüşebilmek falan ne mümkün. Sinema falan hak  getire. Yokmuş zaten o zamanlar. Hey gidi hey, bir de benim ergenliğimi görseydiniz, lisede saçlarımın yarısını kazıtmıştım. Sonra bi ara aralara mavi boya sürmüştüm. Okulu da kırdım, parklarda, bahçelerde de dolaştım, sevgililerim de oldu, sinemaya da gittim, tiyatroya da. Rock dinlerdim ve tüm kurallara isyan ederdim. Tam bir ergendim yani. Sık sık bunalıma girerdim. Neyse asıl anlatmak istediğime geleyim. Eşim, benim 15 sene önce dinlediğim müzikleri yeni keşfediyor. Bülent Ortaçgil "bu su hiç durmaz" şarkısını Zakkum yeniden söylemiş. Baktım onu dinliyor sürekli. Çok da güzel söylemişler. Beğendim. Müzik ne tuhaf şey değil mi? Bir şarkı dinliyorsunuz ve sizi alıp seneler öncesine götürüyor. İşte öyle oldu bu şarkıda da. 19 yaşındayken, deli gibi dinlerdim bir ara. Leman Sam'ın söylediği halini de çok severim bu şarkının. 19 yaşlarıma gittim dinleyince, tuhaf hissettim. Vay be dedim, ne kadar uzun zaman geçmiş üstünden. Yaşlanıyoruz hakikaten.
  



2 yorum :

  1. İşyerinde laf etmiyorlarsa kulaklıktan müzik dinlemeni öneririm, ben hep bu uygulamalar içinde işyerinin en asosyal ama en huzur dolu insanı olma vasfına sahip oldum hayatım boyunca. Şimdi işim annelik ya bir süre, onda da arada kulaklıkları gözüm aramıyor değil :D Abartmıyorum ama.
    Ergenlik berbattı yahu, ne giydiğin üstüne olur, ne ağzını açtığında adam gibi bi ses çıkarabilirsin, ne de aslında çıkarsan da seni kimse tamaz. Oysa en çok kitap okuduğun, felsefeye, dünyayı çözmeye sardığın yıllar.. Bir yıl çocuksun, diğer yıl büyük, hayat alabildiğine sıkıcı ama bir o kadar da hızlı değişir. Tuhaf.. Neyse ki geçti. İnsanın en güzel yalı 23 azizim. Cennet falan varsa ve dedikleri gibi istediğimiz yaşta olacaksak 232e oynayacağım ben, beklerim :D
    Bu arada; nerden estiyse Bulutsuzluk Özlemi'nin akustik albümünü dinleyesim var şu an, netten bakıyorum. Sevgiler

    YanıtlaSil
  2. Kulaklık takmam mümkün değil, protokol kuralları geçerli çalıştığım yerde maalesef. Dediğin gibi ergenlik acayip bir devre.Başkalaşım geçiriyor insan :) Aynen deli gibi kitap okurdum ben de o dönem. Bak işte Bulutsuzluk Özlemi de ergenlik dönemimi hatırlatır bana. Aynı yıllarda ergendik sanırım :))

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...