24 Kasım 2014 Pazartesi

Ah Antalyaa...


Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıymış. Ne biçim laf, tilkinin kürk olmaktan başka bir seçeneği yokmuş gibi. Tilki = kürk, inek = süt, dana = et, tavuk= yumurta, et vs. vs... Ben de döndüm dolaştım, geldim oturdum masama. Başka seçenek olmadığından değil, her zaman başka seçenekler vardır. En az tercih ettiğimiz yerde bile olsak mutlaka başka seçenekler vardır. Üzücü olan seçeneklerinizin başkalarının elinde olması, zavallı tilkinin ki gibi.

Antalya'nın güzide otellerinden birinde geçirdiğim 2,5 gün sonunda hayatın parası olanlara güzel olduğunu bir kez daha anladım. 2.500 euro kral dairesinin geceliği. Düşündüm de, trilyonlar kazanıyor olsam bir gece için 7.500 TL verir miydim bir otel odasına? Yaklaşık bir yılını bu parayla geçirmek zorunda olan insanların sayısı azımsanmayacak kadar çokken, gönül ve vicdan rahatlığıyla nasıl veriliyor bu paralar?

Açık büfe çılgınlığı ise ayrı mevzu. Yiyecekler arasında kendimi kaybetmişken, ondan da alayım, onu da  tadayım derken dolan tabaklarla donattım masayı. Öğle ve akşam yemeklerinde ana yemek bölümü bana hitap etmediğinden zeytinyağlılar ve tatlı bölümünü yağmaladım. Ben kesinlikle kahvaltı insanıyım. İlk günün ardından yüzümde devasa iki sivilce çıktı, sivilce görünümünden çok su toplamış gibiler. Kesinlikle tatlı çılgınlığımdan oldu. Şunu anladım ki, beş yıldızlı her şey dahil tatiller israf çılgınlığından başka bir şey değil. İnsan, normalde tükettiğinden kat be kat şey tüketiyor. Tabaklara büyük bir iştahla alınan yiyeceklerin bir çoğu çöpü boyluyor. Kendimde dahil, insanları o şekilde tüketirken görünce aklıma Afrika'da yaşayan insanlar düştü. Ben zaten hangi bir şeyin tadını çıkarırım ki düşünmeden, sorgulamadan... Ye işte, giden gitsin çöpe. Yaşadığı topraklardan hiç uzaklaşmamış Afrikalı bir insan grubunu bu otele, açık büfeye getirsen, şu insanları, şu yemekleri görseler ne düşünürler acaba? Onlar karın doyuracak ekmekten, temiz içme suyundan bu denli uzakken, bizlerin bu şekilde tükettiklerini görseler, tabaklarımıza aldığımız yiyeceklerin yarısının çöpe gittiğini görseler ne hissederler? İşte ben onlarla empati yaparken gördüğüm şey, haksızlık ve adaletsizlikti. Dünya adil değil.

Buraya kadar yazdıklarımı baştan okuyunca güya tatil yazısı yazacaktım dedim. Bu ne biçim bir tatil yazısı yahuu. Kafamda uçuşan "ama bu haksızlık" söylemlerine rağmen çok güzel 3 gün geçirdim. Biraz da güzelliğini anlatayım. 19 Kasım'da bir ilk yaşadım, bu mevsimde denize girdim. Gittiğimiz gün hem su hem de hava son derece müsaitti. Bu fırsat kaçmazdı, kaçırmadık. 

İkinci gün sabahtan eşimi seminere uğurladıktan sonra çantamı kaptığım gibi attım kendimi sokaklara. Şöyleee yürüyeyim dedim, falezlerin dibinde muhteşem manzara eşliğinde yürüdüm bir süre. Akdeniz, sen kadar güzelsin, "yaşamak ne kadar güzel" dedirtecek  kadar güzel. Hele o Torosların görüntüsü. Ben Antalya'ya aşık oldum. Çocukken gitmiştim aslında, en son da üniversitedeyken Olimpos'a. Ama bu sefer ayrı bir aşktı yaşadığım. Tek kelimeyle büyüledi beni doğası. Yarım saat kadar yürüdükten sonra Kaleiçi tabelasını görünce bir bakkala girdim, buradan ne kadar sürede yürürüm dedim. Yirmi dakika dedi. Yirmi dakika da öyle yürüdüm. Kaleiçine vardım. Daracık taş sokaklar, eski taş evler, şimdinin şekilsiz, karaktersiz evlerine inat her biri ayrı güzellikte. Labirent gibi sokaklar, oradan girdim, buradan çıktım, döndüm dolaştım, marinaya vardım. Bir süre ağzım açık güzelliğini izledim, sonra baktım öğlen olmuş, yemek vaktini kaçırmamalı, otele dönüş. Öğleden sonra fırtına başladı zaten çıkamadım. Akşamında havuz, sauna, hamam, buhar odası seferi yaptık eşimle.  Hamamda tüketilen suyu görünce yine aklıma keyif kaçıran düşünceler istila etti. Sauna, buhar odası bana göre değil, zira sıcak suda ve buharlı ortamlarda nefes almakta güçlük çekiyorum. 5 dakika yetti de arttı bile.  

Cuma günüyse öğlen eşimin işi bitti, otelden çıkışımızı yaptık, bavulları bıraktık. Eşimi kaleiçine götürdüm, eee tecrübeliyim ya, rehberlik yaptım. Sonra oradan çıktık, yürüyerek Antalya Müzesine gittik. Eşim zaten pek sevmez müze falan, 20 lirayı da görünce sen gir gez dedi ama ikna ettim. 40 lira verdik, girdik. İyi ki de girmişiz, dışarıda bekleseydi, kriz geçirirdi sanırım. Çünkü çok büyük bir müze, içeride ne kadar kaldığımızı bilmiyorum ama bayıldım. Gördüğüm en güzel müzeydi diyebilirim. Lahitler ve heykeller karşısında ağzım açık kaldı. Bol bol fotoğraf çektim. Oradan çıktık, karşısında Atatürk Parkı varmış, orayı da gezelim dedik. Ayaklar zonk zonk zonklarken, tabanlarıma çiviler batarken gezdik, güneş batıyordu, Konyaaltı plajı muhteşem görünüyordu, falezler harikaydı, Akdeniz ve Toroslar büyüleyiciydi. Sonra bitti işte, döndük İzmir'e. Üzüm'ü çok özledim. Kokusunu içime çektim, koca göbeğini mıncırdım. İki gün boyunca da yattım, hem yorgunluktan, hem de boğazlar yine sinyal vermeye başladığından. Sonra da işte buradayım. 

Aslında haftasonu yazacaktım ama laptopumuz bozulmuş. Eniştemiz anlıyor bilgisayardan, ona verdik, yaptı şimdilik, ama 3-6 ay arası da ömür biçti bizim emektara. 4,5 yıl oldu alalı. Ömrü bitmiş dedi. Telefonla da hiç sevmiyorum internete girmeyi, bir şeyler yazmayı. O yüzden kaldı bugüne kadar.

Fazla yazmaya da gerek yok aslında. Fotoğraflardan seçmeler şöyle: 


Bu fotoğraf Atatürk parkından. Dibim düştü denir ya, öyle oldum görünce.

Kaleiçi

Bana poz veren tatlişko

Odamızın balkonundan bir kare.

Otelin tuvaleti. Bir tuvalete bunca lüks gerekli mi? Tuvalet yahu bu, ne yapacağımız belli sonuçta :)

Konyaaltı plajı.

Eşim balıkçıları dikizlerken. 

Marina

Antalya Müzesi

Ben bu heykelin bacağı kadarım. O kadar devasaydı.

Lahitler.


Bu da küçük Joe'ya :) Görünce aklıma sen geldin Joe.


10 yorum :

  1. Aman allah! Sondaki sürprize bayıldım :D Teşekkürler Kitapsız Kedi.

    YanıtlaSil
  2. Denize girmek ve Beydağları.

    YanıtlaSil
  3. Çok güzeldir Antalya'mız çookkk.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, doğası gerçekten çok güzel. Ama İzmir'im de ayrı güzel :)

      Sil
  4. Ayyyy ne güzel, gitmiş kadar oldum :) İlk foto sürreal resmen!

    YanıtlaSil
  5. Çok güzel olmuş oh, keyif almak lazım böyle hayattan işte, bir dahamı gelicez dünyaya gitmekle iyi etmişsiniz. Bir odaya o kadar parayı kim veriyor ben de hayal edemiyorum ama param olsaydıda şahsen ben vermezdim, sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bas bas paraları Leyla'ya, bi daha mı gelicez dünyaya :P

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...