18 Temmuz 2014 Cuma

Çaresizlik Kuyusu - Lydia MILLET

Uzuuuun bir aradan sonra kitap okudum. İdefix'in bir önceki siparişimle gönderdiği Sabit Fikir dergisinde okudum bu kitabın tanıtım yazısını. Çok beğendim ve sipariş ettim. Doğru söylemek gerekirse -tabi ki doğru söylemek gerek, ne biçim laf bu ya- daha farklı bir şeyler bekliyordum. Son derece yalın bir dil, kısa kısa hikayeler. Hayvan hakları, hayvan sömürüsü üzerine o kadar çok kitap okudum ki, belki beklentim daha detaylı, daha didaktik olması yönündeydi. Ama tersine, kitap son derece rahat okunan, akıcı ve içinize işleyen on kısa öyküden oluşuyor. İnsan ve hayvan ilişkileri üzerine, vicdan sızlatan, sorgulatan, hüzünlendiren on öykü.

Kitaba adını veren Çaresizlik Kuyusu, 1970'li yıllarda Psikolog Harry Harlow'un yaptığı bir deneyin adı. Bu deneyin ayrıntılarını daha önce bir kitapta okumuş ve gözyaşlarımı tutamamıştım. İnsan denen varlığın acımasızlığının cidden sınırı yok, bunu biliyorum ama hala algılamakta zorlanıyorum. Bir insan, nasıl olur da yapabilir bunları, hem de hiç vicdanı sızlamadan, en ufak bir üzüntü duymadan. Harry Harlow adındaki duygudan ve vicdandan yoksun yaratık, meslektaşlarınca yapılan eleştirilere de şöyle demiş: "maymunları nasıl sevebilirsiniz?" 

Harlow maymunları sevmiyordu ya da şöyle demeliyim belki de, Harlow maymunları sevilecek ya da sevilmeyecek bir ŞEY olarak görmüyor ve üzerlerinde en zalimce deneyleri yapmaktan da hiç çekinmedi. Yeni doğan yavru maymunları annelerinden ayırıp bir kutuda izole etti. Deneylerinin amacı bağlanma duygusunu araştırmaktı. Son derece trajik sonuçları olan deneyler zinciri, hayvanların çıldırması, kendilerini açlığa mahkum ederek intihar etmeleriyle sonuçlandı. 



Bunlar aslında bu kitapta geçen ayrıntılar değil, kitaptaki on öyküden birincisinin ve en etkilendiğimin ayrıntılarını ayrıca vermek istedim. Diğer dokuz öykü de, insanlar ve hayvanlar arasında geçen öyküler. Edison ve elektrik vererek öldürdüğü fil, Nicola Tesla ve aşık olduğu güvercinler, Madonna ve vurduğu sülün vb. İşin özüne gelirsem; kitabı okuduğunuzda göreceğiniz şey, insanın dünyanın kendisine ait olduğu kibri ve efendi psikolojisi. Bu kitapla ilgili internette bir yerlerde okumuştum, diyordu ki, kapısının önüne su koyan insanla, bu kaba sigarasının izmaritini atan insan psikolojisini düşüneceksiniz. Bu iki insanı ayıran şey ne? Vicdan sanırım.

Orta karar benim minik çam ağacımı merak etmiş, son durumu budur. Artık gövdesine sarılacağım günlerin hayallerinden vazgeçtim. Anlamadım gitti, ben bir yerlerde eksik bişiler yapıyorum sanırım. Gelişmiyor :( İncecik bedeni var. Sürekli yaprak çıkarıyor şimdilik.


2 yorum :

  1. O hikayelerde hep iki ayaklı ''şey''ler var. Onlar vicdanlarını kuyrukları ile bırakmışlar bir yere, insanlıklarından kaçarken!

    Çam için ise, çok çok az ve seyrek olmak kaydı ile gübre denedin mi? Çok az ama yakmadan zarar vermeden? Benim de narım var, cılız cılız süzülüyordu. 1 lt suda 10 damla sıvı gübre seyrelttim, haftada bir veriyorum. Nihayet dallandı, boyu uzadı. Belki çam o kadar hızlı büyümez, boylarını yılda bir ölçüyorlardı fidanlıkta. Ama işe yarayabilir, yine de araştırmalı tabii.. =) Merakımı giderdiğin içinse ayrıca teşekkür ederim. Üzümü ısır olur mu? =) ya da kıyamam ısırma, hırpala biraz =))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Şey" evet tam da bu sanırım. İnsan diyesim gelmiyor, hayvansa hiç hiç olmaz. En güzeli dediğin gibi "şey" demek.
      Gübre denemedim, deneyeyim. Ben aslında kendi haline bırakmış gibiyim artık, pek hevesli başladım ama gelişme olmayınca hevesim kırıldı. Ama tavsiyene uyacağım, sıvı gübre koyalım bakalım.
      Üzüm sıcaklardan perişan, sırt üstü yatıp bacakları ayırıyor. Islanmak için can atıyor, ne zaman lavaboya gitsem peşime takılıyor, ben de hırpalaya hırpalaya ıslatıyorum, diş kalmadı sıkmaktan :)

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...