Hava kapalı ve yağmur atıştırıyor hafiften. Biraz serinletsin ama şakır şakır da yağmasın mümkünse bu mevsimde. Tarlada, ağaçta ne varsa yazık oluyor sonra. Dün manavda fiyatlara baktım da şöyle, barbunya, bamya, taze fasulye falan yaz sebzesi değil mi kardeşim. Ne olmuş onların fiyatlarına öyle ya. Kaç aydır pazara falan gitmediğimden hiç bilmiyordum bu durumu. Artık her şey hem pahalı hem de tatsız. Hormonlu, ilaçlı, tatsız, kokusuz, yapay. Mevsiminde bile güzel değil artık domates yaa, benim mi ağzımın tadı kaçtı yoksa. Ya da yaşlandım galiba, nerde o eski ..... lar deme vaktim geldiğinden belki sızlanmalarım.
Yok be ya, yaşlanmadım ben. 33 yaş deyince şöyle bir irkiliyorum aslında. Orta yaş sayılıyor mu 33? Ceren'in şu yazısına göre ömrümün yaz aylarındayım; Haziran'da. Tam ortası yani. Seviyorum ben yaşamayı. Ama ölüme de uzak hissetmiyorum kendimi, korkmuyorum yani. En büyük korkum acı çekerek ölmek, muhtaç kalmak. Onu yaşamadığım sürece sorun yok, erken ölmüşüm, geç ölmüşüm.
Ergen kızlar gibi yüzümde bir sürü sivilce çıktı son bir haftada. Hormonsal bir sorunum var sanırsam. Hiç bu hale gelmemişti suratım, ergenken bile. Kafana bir şey mi takıyorsun dedi eşim sabah. Kafama takmadığım şey mi var benim. Her şey kafamda takılı duruyor. Ekmek poşetlerini falan deli bağlar gibi bağlar hani bazı insanlar, düğüm atarlar. Sen de o düğümü açamayınca kesersin torbayı olur biter. İşte bunu uygulamak lazım kafada takılı sorunlara da belki. Çözemediğin düğümü kesip atacaksın. O düğüm olarak kalacak çöpün bi kenarında ama artık onu düşünmeyeceksin.
Hayat seni kendi kalıplarına girmeye zorluyorsa ne kadar tatsız oluyor her şey değil mi? Önce bir şaşkınlık, sonra direnme, sonra umutsuzluk ve kabul ediş sürecinin bezginliği. İki gündür işlerin de bu aralar rahat olmasından yararlanarak bir blog arkadaşımın yazılarını okuyorum. 5 yıl öncesinden başladım önce. Sonra biraz baştan biraz sondan. Ne asi, ne marjinal insanları kalıplarına girmeye zorluyor hayat. Tamamen istediği gibi kalıplaşmasak da törpülemek zorunda kalıyoruz sivriliklerimizi. Hem törpülüyoruz hem de bir ömür içimizde taşıyoruz törpülenen kısmın dikenlerini. O yüzden mutsuzluğumuz, huzursuzluğumuz, hep bir şeyleri eksik hissetmemiz.
Atıştıran yağmur resmen fırtınaya dönüştü. Ağustos ayında böyle bir hava hatırlamıyorum ben. Geçen de İstanbul'da hortum olmuş. Dünyanın anasını ağlatınca iklimlerde böyle sapıtır işte. Yatak odasının penceresini aralık bırakmıştım, evi su basarsa ya, püff.
33 ha 82'li miyiz, biz de öyleyiz , yolun yarısına 2 var , şaka gibi, bu sivilcelerden bende de hasıl oldu nedense :)Bazen sıkmıyoruz dediğimiz de bile ne kadar zorluyoruz her şeyi , yağmuru , fırtınayı bile sonra çok büyük bir acı geliyor taktıklarımız için pişman oluyoruz.Bu günlerde en son muhtaç olacakların bile ellerime baktığını görünce hayatı tutup iki yakasından silkeleyim var kendimce...
YanıtlaSil81'liyim :) Yaşını büyütme sen 32 sin :D
YanıtlaSilMuhtaç olmak ne zor durum, iki taraf için de. Geçenlerde izlediğim "Amour"da çok güzel anlatılmış, muhtaçlık durumu her iki taraf için de. Tavsiye ederim.
benim hiç ablam olmadı ki , size ablacığım diye bilir miyim :)amour , fransız mı , izlerim valla , :)
SilÖhömm, 1 yaş var ya, o kadar abartmasak :P
SilAmour tam fransız, izle valla :)
'Hem törpüleyip hem de içimizde taşımak'.. alıntılarım ben bunu, bir ömür boyu Kitapsız Kedi..
YanıtlaSilDilediğin gibi al, senindir orta karar :)
Sil