26 Temmuz 2013 Cuma

Hoş görü ? Hoşt görü !

Hamile kadın sokağa çıkmasınmış. En başta estetik değilmiş. İlla ki çıkmak istiyorsa beyinin otomobiliyle akşamüzeri gezebilirmiş. Şimdilerle kanatlısı, kanatsızı televizyonlardaymış. Bunun adı terbiyesizlikmiş.

Söylediklerinin neresinden tutsam dökülüyor. Anlamaya çalışalım bakalım:

Hamile kadın çıkmasın sokağa. Kadın çıksın mı? Aslında sorun başlıbaşına "kadın". Akıllarını fikirlerini kadınlarla bozmuşlar. Kadınlar ne giysin, ne giymesin, kaç çocuk doğursun, ne yöntemle doğursun, nereye gitsin, nereye gitmesin, nasıl konuşsun, nasıl otursun, nasıl kalksın... Kadın cinsi aslında çıkmasın sokağa falan. Ortada görünmesin hiç, çünkü kadın çarşaflı da olsa, hamile de olsa hiç farketmez birilerinin zihninin karanlık köşelerinde kötü şeyler yapıyor kadınlar. Zaten çoğu da cehennem kütüğü bunların. 

Sokağa çıkmasın. Peki neden? Estetik değilmiş. Estetik nedir? Kelime anlamıyla "Güzellik duygusuna uygun olan" demekmiş. Yani hamile kadın güzel değil. Göz zevkini bozuyor. Benim de göz zevkimi göbekli, sakallı, cüppeliler bozuyor. Ne yapıcaz o zaman. Herkesin güzellik kavramı farklı olduğuna göre kimse sokağa çıkmasın kardeşim o zaman. Herkes birilerinin göz zevkini bozuyor. Herkes birilerinin estetik anlayışına uygun değil. Sokağa çıkmak için kriterler belirlensin. Vücut yapısı o kriterlere uymayanlar çıkamasın. Ya da hadi biraz hoşgörülü olalım. Saat 22'den sonra çıksınlar ama etrafta dolanmasınlar. Arabayla işlerini halledip evlerine kapansınlar. Ne kadar hoşgörülüyüm allahım...


Bu son derece estetikten yoksun görüntüye biraz olsun estetik katmak için karnına çiçek tutan bir hamile :)

Devam edelim öbür cümleden. Çıkmak istiyorlarsa beylerinin otomobilleriyle akşamüzeri çıksınlar. Bak bak, beylerinin otomobili. Kadının bir otomobili olamayacağına göre, beyinin de mutlaka bir otomobili olacağına göre, eee daha ne, değil mi? Sorun yok. Bütün beylerin otomobilleri var şükür vatanımızda. Şöyle akşamüzeri bi saatte kapının önünden binersin beyinin otomobiline, ön sokak, arka sokak hooop ne güzel gezdin işte. Sonra çık yine evinde otur. Seni estetikten uzak, çirkin kuluçka makinesi seni. Dışarı çıkmak senin neyine.  

Diğer cümle; "kanatlısı, kanatsızı televizyonlarda. Bunun adı terbiyesizlik." Kanatlıdan kastedileni anlamayan yoktur sanırım. Bu hijyenik peddir. Çeşitli markalarda, çeşitli boy ve özellikleri olan hijyenik pedler. Dünya üzerindeki insan nüfusunun yarısından çoğunu oluşturan kadınların her ay düzenli olarak kullandıkları bir ihtiyaç malzemesinden bahsediyoruz. Her gün traş olan erkekler için satılan ve reklamı yapılan traş makinesi, traş losyonu ne kadar normal ve doğalsa, kadınlar için hijyenik ped reklamı yapılması da o kadar doğal sanki. Bana öyle geliyor yani. Bilmeyenler varsa söylüyorum, biz kadınlar her ay düzenli olarak kanıyoruzzzzz. 

Erkek çocukları bağrına çağrına, düğün dernekle sünnet edilir ve artık "erkek" oldukları vurgulanır. Doğru ya, dünyada, müslümanlardan başka "erkek" yok. Sünnetsiz oldukları için erkekten sayılmaz diğerleri. Düğün dernekle erkekliğe geçen erkeklerin aksine, biz kadınlar, çocukluktan kadınlığa sessiz geçeriz. Gerçek bir geçiş istiyorsanız bu erkeklerin sünneti değil, kadınların regl olmasıdır. Çünkü doğurganlığın başlamasıdır bu. Ama kadın olduğumuz için, iğrenç bir olay gibi karşılanır, kimseye söylenmez, utanılır. Biri çıksa da kızının regl olduğu gün düğün yapsa, ne güzel olurdu. 

Offf, off. Ne tuhaf bir organ değil mi beyin? Herkeste ne kadar farklı çalışıyor. Nasıl yapsak da herkes aynı şeyleri düşünse, aynı şeyleri istese, aynı şekilde yaşasa. Ne yapsak da birilerinin kafalarındaki olması gereken düzeni oturtsak.  O zaman hiç bir sorun kalmazdı. 

Hoşgörü nedir?

Sözlük anlamı : Müsamaha, tahammül, başkalarını eylem ve yargılarında serbest bırakma, kendi görüşümüze ve çoğunluğun görüş biçimine aykırı düşen görüşlere sabırla, hem de yan tutmadan katlanma.

Her zaman duyarız "İslam, hoşgörü dinidir." Sizce öyle midir? 

Aynı zat, daha önce bir konuşmasında da şöyle buyurmuş:

"Boş görünün adı hoşgörü olmaz. Dolu olacak ki hoş olsun. Allah'ın razı olduğu fiiller vardır; hoştur. Razı olmadıklarını da mı hoş göreceğiz ?"


İşte kilit nokta burada yatıyor sanırım. Bu söyleme göre;
Hoşgörü sadece Allah'ın razı olduğu fiillere karşı geçerlidir. Peki Allah'ın razı olduğu filler nelerdir? Buna da kaynak tabi ki tektir, o da Kuran'dır. Peki, hristiyanlar için belirlenmiş olan fiiller nelerdir? Budistler, museviler, zerdüştler, mormonlar, cizvitler vs... Dünyada toplam 4.300 din ve mezhep bulunuyormuş.  Onları kim belirliyor. 4,300 din ve mezhep diyoruz. Sen bunlardan sadece biri olan İslam'dan ve kurallarından bahsediyorsun. Diğer din ve mezheplere inanan tüm dünya insanlarına karşı, onların inançlarına ve yaşayışlarına karşı, onların fiillerine karşı hoşgörü göstermek diye bir şey olamaz yani. İslam dininin bazı zihinlerde sorun yaratan kısmı işte burada başlıyor. Benim düşüncem doğru. Benim yaşayışım doğru. Benden olmayanı, benim gibi düşünmeyeni de benim gibi düşünmeye ve benim gibi yaşamaya zorlamalıyım. Allahuekber diye bağıran biri duyduğunuzda aklınıza ne geliyor? Tüm samimiyetimle söylüyorum benim aklıma kafa kesme, ciğer sökme, işkence, savaş, terör geliyor. Çünkü bunların hepsi allahuekber nidalarıyla yapılıyor. Bir insanı sokak ortasında yere yatırıp, kafasını kesen insan bunu allahuekber tezahuratları eşliğinde yapıyordu. Aynı şekilde Kaddafinin bi taraflarına demir sopa sokmaya çalışan adam da böyle bağırıyordu. Bu insanı öldürme sebebi ne? Onun düşündüğü gibi düşünmemek, onun inandığına inanmamak. Bu mudur hoşgörü? Bu mu hoşgörü dini? 




22 Temmuz 2013 Pazartesi

Tatil sonrası sendromu


Çooook yoruldumm. Zaten tatil sonrası sendromu yaşadım dün ve bugün. Bir de üstüne üstlük işten çıkıp spor salonuna gittik doğruca. Şu an aynen şu maymun gibi bıraksam kendimi, birileri de masaj yapsa bana, ohh. 

21 Temmuz 2013 Pazar

İzmir Seyirtepe

Fırsat sitelerine sık sık göz atarım. Bugüne kadar pek çok şey de aldım. Ama sanırım aldığım en iyi kupon Seyirtepe'de balık keyfiydi. Bugüne kadar buraya gitmemiş, bu güzel manzarayı görmemiş olmama üzüldüm. Körfezi tüm detayıyla tepeden izliyorsunuz. Gittiğimizde güneş batmamıştı. Gündüzü de, gecesi de ayrı güzel gerçekten İzmir'in.




4 çeşit mezemiz geldi önce. Balıklarımız geldi sonra, yanında içeceklerimizle. Sonrasında da kocaman bir porsiyon incir tatlısı. Bu kadar güzel beklemiyordum açıkçası. Her şeyiyle tam ve doyurucuydu. Bu manzara eşliğinde 2 kişinin balık, meze, içecek ve tatlı yemesi sizce ne kadara patlar. Gerçek fiyatlarını bilmiyorum ama ben 40 liraya aldım bu güzelliği. Şimdiye kadar aldığım en güzel fırsat kuponuydu diyebilirim. 


Seyirtepe hakkında yazılanları okudum buraya yazmadan önce. Birkaç blog sitesinde rastladığım yorumlar hep olumsuzdu. Ben hiçbir olumsuzlukla karşılaşmadım. Garsonlar son derece ilgiliydi, yemekler lezizdi, ortam temizdi ve en önemlisi gerçekten mükemmel bir manzarası vardı. Kesinlikle görülmeli, gidilmeli. Hele ki İzmirliyseniz ve dışarıdan misafirleriniz varsa güzel İzmir'i göstermenin en keyifli yolu onları Seyirtepe'ye götürmek.

Şirin mi şirin misafirlerimiz de vardı. Nereye gitsem etrafıma topladığım kediler ve köpekler. Şu bakışa kim dayanabilir ki.



19 Temmuz 2013 Cuma

Her güzel şey bitermiş


Tatil bitti bile :( Pazartesi işe başlıyoruz yeniden. Ama güzel geçti. Cumartesi günü babamın yanına gittik ablam ve yeğenimle birlikte. Mini minicik, 1 haftalık bir kuzu vardı. İki taneymiş ama biri ölmüş. Babam bundan da ümidi kesmişken toparlamış kendini. Annesi öldü zannetmiş ve bakmayı reddetmiş o yüzden ayırmışlar ve biberonla besleniyor.



Pazar günü Germiyan'a gidip denize girdik. Her nereye gidersek bizim karşımıza mı çıkıyor, biz bu konuda duyarlı olduğumuzdan mı karşılaşıyoruz bilmiyorum. Yine yaralı bir yavrucak bulduk. Eşim denizde bir martı yavrusu buldu. Uçamıyor, yürüyemiyordu. Aldık, su ve ekmek vermeye çalıştık, hiçbir şey yemedi. Orada bırakıp gitmeye içimiz elvermedi. Koyduk kutuya götürdük. Ablam veterineri arayıp nasıl beslemesi gerektiğini öğrendi, eczaneden ek besin gibi bir şeyler aldı ama yemedi. Malesef iki gün sonra öldü yavrucak :(


Alaçatı'ya gittik. Dibimizde olmasına rağmen ilk kez gittik. Alaçatı gerçekten çok kalabalıktı. Son derece lüks ve pahalı bir yer. Daracık ve kalabalık sokakları nedeniyle "Sosyetik Kemeraltı" adını verdim Alaçatı'ya. Rüzgar sörfü yapanları izledik biraz. Sonra çarşısında bir tur atıp geri döndük. 
Yeğenim, ablam ve ben. En büyüğümüz yeğenim gibi görünse de o daha 13 yaşında voleybolcu bir minik :)


Pazartesi dinlendik ve Salı günü erkenden Kuşadası Milli Parka gittik. En sevdiğim yer. Müthiş bir doğası ve müthiş bir denizi var. Temiz kalmayı başarabilmiş ender yerlerden. Umarım her  zaman böyle kalır. Domuzlar önceden akşama doğru inerlerdi masaların bulunduğu yere. Şimdi tüm gün ordalar. Artık evcil domuzlar olmuşlar resmen. Yavrularıyla birlikte masaların aralarında dolaşıp yemek aşırıyorlar.


Çarşamba sabahı yine erkenden çıktık yola. İlk durağımız Akyaka'ydı. Gökova körfezinin yukarıdan görüşü kesinlikle nefes kesiciydi. Babamın ve ablamın tavsiyesi üzerine bu manzaraya karşı kahvaltımızı yaptık. Çok da güzel oldu. 

akyaka

Sonra indik yukarıdan hayranlıkla izlediğimiz Akyaka'ya. Yine babamın tavsiyesi üzerine denize girebileceğimiz güzel bir koy bulduk. Dağlardan denize karışan buz gibi suların olduğu yemyeşil bir koy. Eşim suyu soğuk bulduğu için girmedi. Ben önce soğuk suya ayaklarımı soktum. Birkaç dakika sonra bacaklarınızı hissetmeyeceğiniz kadar soğuk bir su. Sonrasında denize girdiğinizde su ısıtılmış gibi geliyor. 

Ordan Marmaris'e geçtik, denize girdik biraz turladık ve Dalyan'a yola çıktık. Yol boyu her yer yemyeşil, çok güzel ormanlarla kaplı. Dalyan'a sanırım 15 yıl önce falan gitmiştim. Hatırladığımdan çok daha büyük bir yer. Çoook çok da güzel. Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra tekne turuna katıldık. Tur şöyle oluyor; önce çamur banyosu, sonra gölde yüzme için mola, Caretta caretta görebileceğiniz kısa bir mola, İztuzu Plajında yüzme molası, Kaunos Antik Kenti gezintisi ve dönüş. Çamur banyosuna önce baya bir tiksintiyle baktık, çünkü çok iğrenç kokuyordu. Kükürt kokusuymuş. Sonra süründük çamurları :) Kuruduktan sonra duşumuzu aldık ve tekrar yola çıktık. 






İztuzu plajı çok özel bir plaj. Dünyanın en iyi korunan ikinci plajıymış sanırım. Caretta carettaların yumurtalarını bıraktıkları müthiş bir plaj. Bir tarafı deniz, bir tarafı göl. 5 km uzunluğunda bir kumsalı var. İncecik bir kum, sığ bir deniz. Yumuşacık bir yüzeyde, sıcacık bir suyun içinde yürüyorsunuz. Çok kalabalıktı ve dünyanın her yerinden insan vardı. Yumurtaların olduğu yerlere tel bir koruma konmuş. Onların altında yumurta olduğunu bilmek bile heyecan verici. Keşke denize kavuşma anlarına tanık olabilsek. Saat 20:00'dan sonra plaja girmek, etrafında ışık yakmak dahi yasak. 



caretta caretta yumurtaları

Plajdan sonra tekrar tekneye bindik ve Kaunos'a doğru yola çıktık. Ancak o sırada gökyüzü şu şekildeydi :


Bir tarafı kapkara olan hava birden üstümüzü kapattı ve şiddetli bir yağmur başladı. Teknenin brandalarını indirdik ve bir yere sığındık. Buz gibi oldu hava birden ve maalesef Kaunos gezisini iptal etmek zorunda kaldık. Ve Dalyan'a döndük. Sonra yola çıktık ve İzmir... Kuzuma kavuştum :)


Bu arada hiiiç kitap okumadım 2 hafta boyunca. Vicdan azabı duyuyorum. Anna Karenina zaten uzuuuun bir kitap, iyice uzattım farkındayım. 


12 Temmuz 2013 Cuma

Tatil günlüğü ve kilo almak isteyenlere tavsiyeler...

Evdeyiz. Eşim bu hafta çalışacaktı, haftaya ayrılacaktı izne. O da dayanamadı, sabah giderken benim uyuyor olmama, kıskandı o da izin aldı :) Her gün spor salonuna gidiyoruz. Çok yorucu oluyor ama çok da mutlu oluyor insan spor yapınca. Kendini iyi hissettiriyor spor yapmak. İzin bitince her gün gidemeyeceğimiz için bu fırsatı değerlendirelim dedik. Eşim kilo almak için çok kararlı. Hatta ilk 3 günde 3 kilo aldı bile. Yediklerini gördükçe zaten bana fenalık geliyor. Bu arada kilo almak isteyenlere bir kaç formül vereyim buradan. Bunları spor salonundaki hocamız verdi. Protein tozu olayına baya bi önyargılı olduğum için sanırım böyle doğal bir yol izledik. Gayet de iyi oldu. Araştırdığım kadarıyla protein yüklemesi yapmak böbrekler ve karaciğer üzerinde yorucu oluyor ve sporu bıraktığınız zaman bunlar size yağ yığınları olarak geri dönüyor. Her şeyin doğal olarak alınabileceği görüşündeyim. Protein istiyorsanız, süt, yumurta, kuru baklagillerden de gayet güzel alabilirsiniz.1 fincan nohutun 120 gr etteki proteine eşdeğer olduğunu biliyor muydunuz? Yaniii, et yemeden de sağlıklı protein kaynaklarına ulaşabilirsiniz. Neyse, işte kilo almak isteyenlere birkaç ufak formül:

- 1 sb.soğuk süt
   1 yumurta
   Biraz bal veya pekmez.
   Mikserden geçirilip günde 2 kez içilir. (Eşim için bunu uyguluyoruz şu anda. İğrenççç dimi, çiğ yumurta öghh. Duymasın :) Ama mikserden geçirdiğinizde çiğ yumurta olayı pek de hissedilmiyormuş, eşimin dediği böyle. Hatta çiğ yumurtayı düşünmezsek tadı güzel bile dedi kendisi. Denemek isteyenlere duyurulur)

- 150 gr ceviz içi, 200 gr hurma, 200 gr kayısı, 200 gr incir, 20 gr keten tohumu, 1 portakal kabuğu rendesi, 50 gr tuzsuz tereyağı, 2 tane kakule, 2 gr anason tozu, 50 gr fıstık içi (tuzsuz), 1 kg bal.
  Hurmalar önceden ıslatılır ve çekirdekleri çıkartılır. Kayısı, incir ve hurma robottan geçirilir. Sonra tüm malzeme karıştırılır. Sabah akşam bir tatlı kaşığı yenir. ( Bu formülü denemedik, çünkü baya bir malzeme istiyor) 

Ayrıca, çay yerine sebze meyve suyu içilmesi sadece kilo almak isteyenler için değil herkes için daha faydalı olur. Çünkü çay aldığınız besinlerin demir emilimlerini azaltıyormuş. Bol bol kuruyemiş yiyin. Fındık, badem, fıstık, kaju vs. Bunlardaki yağlar sağlıklı yağlar. Cebinizde taşınabilecek sağlıklı atıştırmalıklar. 

Eşim kilo almaya çalışıp sürekli bir şeyler yerken, kilo vermeye çalışmak tam bir irade testi oluyor benim için. Kilo almak mı zor, kilo vermek mi zor emin değilim. Eşim almak zor diyor. Ben de bir zamanlar kilo almak için neler yapardım. Lise, üniversite yıllarımda alışverişe çıkmak benim için işkence demekti. Her alışverişte ağlardım. Hiçbir şey üstüme olmazdı, kötü dururdu. Çocuk reyonlarına bakardım ve istisnasız her kıyafet alışverişinde hüngür hüngür ağlardım. Üniversite yıllarında kotumun  içine tayt giyerdim doldursun diye. Onun için ikisinin de zorluğunu biliyorum. 

Kuzucuk da böyle ağzını aça aça uyuyor :) Yirim ben onu.  Hele şu masum bakışlara ne demeli. Annesinin kuzusu bu.



Haftaya başlıyoruz gezmeye. Günübirlik bir yerlere gidip gelicez. Dalyan'da bir gece kalıcaz. Geze geze gider geliriz. Bir gecelik ablacığıma emanet edicem minik kuzuyu. Bir gün Çeşme'ye gitsek, bir gün de Kuşadasına bitti gitti işte tatil. Aslında ilk hafta gezip ikinci hafta evde otursaydık daha iyi olurdu ama malum para durumları. 15'inde maaşlarımızı alalım da rahat rahat gezelim. Bu arada, her alışverişe çıktığımda şok oluyorum kasaya gelince. Aldığım aman aman bir şey olmasa da acayip rakamlar çıkıyor. Ne aldım da böyle oldu diyorum her seferinde. Bu da dünyanın en iyi ekonomilerinden birine sahip olmamızdan dolayı oluyor sanırsam :) Daha çok paraya daha az şey alabiliyoruz artık.   

Bu arada televizyonlarda hiçbir şey yok izlemeye değer. Zaten sevmem de tv izlemeyi. Ama kanalların durumu gerçekten vahim. İnsanlar ne buluyorlar da izliyorlar anlamıyorum. Bin yıllık dizileri tekrar tekrar koyuyorlar. Abuk subuk bir yığın program. O kadar çok kanal var televizyonda ama hiçbir şey yok. Abartısız hiçbir şey. Dönüp dolaşıp Animal Planet açıyorum. 

Bugünlük bu kadar...

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Sendromsuz Pazartesi :)

Ne güzel bir gün. Evdeyim. Sabah erken kalktım. Uyuyarak geçirmek istemedim günümü. Ne acayip bir durum. Normalde sabahları biraz daha uyusam diye ölürüm. Ama bugün erkenden kalktım. Uykulu bile değil cin gibi açtım gözlerimi.

Kahvaltımı yaptım. Biraz televizyon izledim. Biraz internet. Temizlik yaptım. Ev çok ciddi biçimde pis olduğu için, bütün odaları temizlemedim. Çamaşırdı, bulaşıktı derken yemeğe giriştim. Patlıcan attım fırına, o sırada biber dolmaları hazırladım. 



İşte patlıcan salatam;


Bu sırada da canım kızım Üzüm'üm sürekli uyudu.


Akşam kocacım gelince yemeğimizi yer, saat 9 gibi de spora gideriz. Haa bu arada, spordan hiç bahsetmemiştim. Cuma ve cumartesi gittik. Salon şimdilik sakin, umarım böyle kalır. Ramazanda da sakin olacağını düşünüyorum. 

Ne güzel bir şeymiş evde olmak. Sürekli olsa sıkılır mıyım bilmiyorum ama evde oturan kadınlara özendim bugün. 


6 Temmuz 2013 Cumartesi

Mr. Nobody (Bay Hiçkimse)

İzlediniz mi bu filmi? İzlemediyseniz izleyin mutlaka. "Masal gibi" den başka bir tanım bulamıyorum. Müzikler, çekimler, oyuncular. Ben çok sevdim. Çok çok sevdim. Hele ki Anna ve Nemo'nun gençlik yıllarındaki aşkı. Ne güzel oyuncular bulmuşlar öyle. Bakmaya doyamıyor insan.


3 Temmuz 2013 Çarşamba

Tatil heyecanı

2 haftalık bir izne çıkmama sadece 2 iş günü kaldı. Ne kadan da güzel bir duygu :) İşlere karşı aşırı bir isteksizlik var, artık çalışmanın son raddesindeyim yani. İnsan izne çıkmaya yaklaştıkça bi gevşeme oluyor. 

İlk hafta yalnızım, kocacım sadece 1 hafta alıcak izin. Bir hafta evde yayılırım, kitap okur, uyur, oyun oynarım. Sonraki haftada gezeriz, kızgın kumlardan serin sulara atlarız :) 

Bu arada spor salonuna yazıldık. Cuma günü spora başlıyoruz. 

Öyle yani, içimde pembe, yumuşak, şekerli hisler barındırıyorum :) Tatilin düşüncesi bile güzel bee...


1 Temmuz 2013 Pazartesi

Neden Vejetaryen Oldum?




Ben vejetaryenim. Birkaç yıla kadar değildim ama kırmızı et yerine tercihim tavuktu. Sonra ne oldu? Ne oldu da vejetaryen oldum, anlatmak istedim. 

Çocukluğumdan beri hayvanlara karşı büyük bir sevgim var. Evimizde tavşandan, horoza, kuştan balığa, köpekten, kaplumbağaya kadar bir çok hayvan besledim. Tabi horoz beslemeye müsait bir evimiz vardı. Şimdi aklıma geldikçe üzüldüğüm bir şey var çocukluğumda. Her çocukta var olan psikopatlık bende de varmış bu kadar hayvan sevmeme rağmen. Çocukken ne zaman bir sümüklü böcek görsek koşa koşa evden tuz getirir ve hayvancağızın üstüne döküp, erimesini izlerdik. Ne büyük bir pisikopatlıkmış yaa, nasıl vicdan azabı duyuyorum hala o hayvancıkları düşündükçe. 


Yaklaşık 3 yıl öncesine kadar tavuk, en sevdiğim yemeklerin arasındaydı. Bu cümle bile ne tuhaf geliyor şu an. Tavuk = Yemek. Tavuk, bir hayvan yahu, bir canlı. Tavuk = yemek olmamalıydı. Ne zaman çizildi o çizgi, hangi olayın üstüne net olarak emin değilim ama her zaman özellikle de köfte gibi, et yediğimi gerçekten anladığım yemeklerde, midem bulanıyordu. Zaten löp löp kırmızı et yemeyi hiç sevmedim de, köftede falan böyle sinir minir gelince ağzıma öghhhh şu an kusabilirim. 

Sonra ne oldu, ineklerin, kuzucukların, tavukların gözlerine baka baka, onları yiyecek olarak görmekten uzaklaştım. Aslında başından beri zaten öyle görmüyordum. Genelimizde şöyle bir algı var; İnekler başka şeyler, yediğimiz köfte başka şey. Kimse köfte yerken bir ineği yediğini düşünmek istemez. Bir cümle okumuştum geçenlerde; "Yediğiniz hamburgerin gözü vardı." 



Hiç baktınız mı, bir ineğin, bir kuzunun gözlerine. Acı çekerken gördünüz mü onları? İnsanlar, görmek istemiyor yedikleri yemeğin nerden geldiğini, nasıl geldiğini... Marketten paketlenmiş olarak aldığınız et, hangi aşamalardan geçerek geliyor sofranıza. İşte bu soruları sormaya ve gerçekleri öğrenmeye kararlı olduğunuzda gördükleriniz, öğrendikleriniz sizi dehşete düşürecek. Görmeye bile tahammül edemediğimiz şeyleri, biz et yiyelim diye başkalarına yaptırmak ne kadar ahlaklı bir davranış sizce?





O hayvanlar, acı çekiyorlar. Doğdukları andan itibaren acı içinde boğuluyorlar, daracık alanlarda, doğal ortamlarından uzakta, çelik kafeslerin içinde, birbirlerini ezerek, güneş ışığı görmeden, çimlere bir kez bile ayak basamadan, her türlü işkenceye maruz kalarak yaşıyorlar. Bir sürü antibiyotik, hormon ve ilaçla besleniyorlar. Bir sürü hastalıkla, sefil ve kısacık bir yaşam geçiriyorlar.  


Neden peki? 

Et endüstrisinin dayattığı gibi gerçekten insan ete muhtaç mı? Sağlığımız için et yemek zorunda mıyız? Hayır zorunda değiliz. Artık bu kanıtlandıysa da insanların kolayına geliyor bu bahaneye sığınmak. Çünkü çoğu insanın etten vazgeçememe sebebi kesinlikle bu lezzetten vazgeçemeyecek olmalarına inanmaları. Bunu çeşitli bahanelerle örtbas etmeye çalışıyorlar genelde. Peki, bizler nasıl leziz bir öğün yemek için her yıl yaklaşık 50 milyar (50.000.000.000) hayvanın bu koşullarda yaşamasına göz yumacak kadar vicdansız olduk.  Bazen tanıdıklarıma anlatıyorum hayvanları mecbur bıraktığımız koşulları, bazen video ya da  fotoğraf gösteriyorum. İlk tepki "bunları görmek istemiyorum" oluyor. "Neden böyle şeyleri izliyorsun" diyerek benim psikolojimden şüphelenenler de var tabi. Bunları izlemekten ve izletmekten zevk aldığımı falan düşünüyorlar sanırım. Olay şu ki : Siz gözlerinizi kapattığınızda onların acıları son bulmuyor, siz kulaklarınızı tıkadığınızda çığlıkları kesilmiyor. Biz görmezsek yok olmuyor maalesef. Aksine biz görmedikçe, biz duymadıkça bu acı devam ediyor ve etmeye devam edecek. İşte bu nedenle, gerçekleri gördüğümden beri, insanlara da bunu anlatmaya, göstermeye karar verdim. 

Bir kedim var ve o benim bebeğim. Güzel, masum kızım. Şunu düşünün, köpekleri seviyoruz, kedileri seviyoruz, evlerimizde besliyoruz. Ailemizden biri olarak görüyoruz. Peki kedilerinizi ya da köpeklerinizi yiyecek olarak gördüğünüz oluyor mu? Düşünmesi bile korkunç değil mi? Çin'de kedi ve köpeklerin yendiğini biliyor musunuz? Bir balık restoranına gidiyorsunuz ve akvaryumda yüzen balıklardan birini seçiyorsunuz. Ve aşçı o balığı havuzdan çıkarıp sizin için pişiriyor. Aynı şeyi kediler için Çin'de yapıyorlar biliyor musunuz? Kediler bir kafeste duruyorlar, müşteri geliyor ve birini seçiyor. Aşçı kediyi alıyor, öldürüyor, yüzüyor, pişiriyor ve servis ediyor. Bir farkı var mı sizce? Tek fark bakış açısı. Bizler kedileri, köpekleri seviyor, inekleri, kuzuları yiyoruz. Onlar kedileri, köpekleri de yiyorlar, hamamböcekleri ve maymunları da. Biz hayvan bağırsaklarını kokoreç yapıp yiyoruz, onlar maymun beynini. 




En azından bu yazımda kanlı görüntüleri paylaşmak istemedim. Ama tavuk çiftlikleri ve mezbahaların düzenlerinin nasıl işlediğini, hayvanların buralarda nasıl yaşadıklarını ve nasıl öldürüldüklerini de başka bir yazıda anlatırken, görmek istemediğimiz gerçekleri paylaşmak istiyorum. Çünkü onlar yalnız, savunmasız ve zulüm görüyorlar. Bunu görmeli ve göstermeliyiz. 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...