Bu tek bacağı olmayan Kaleiçi kedisi gibiyim şu anda. Bir parçası eksik ama yine de halinden memnun. Eşim ve Üzüm'ümden ayrı Antalya'lardayım. "Yine de memnun" kısmı şu nedenledir hemen açıklamak isterim, eşim alınmasın. Ne yiyeceğim derdi yok, yemek pişirme derdi yok, bulaşık yok, temizlik yok, iş yok. Yemek yapmayı gerçekten sevmiyorum, "ne pişirsem" diye düşünmekten ise nefret ediyorum.
Sabah 9 akşam 5 arası derslere giriyoruz, İzmir grubu olarak 14 kişiyiz, Türkiye'nin çeşitli illerinden gelen yaklaşık 150 kişiyle beraberiz. Kendi grubum dışındaki hiç bir insanla tanışma gereği duymayarak kimseyi şaşırtmadım :) Doğam gereği ne kadar az insan tanırsam o kadar memnunum.
Pazar sabahı iş arkadaşımla beraber geldik ve sadece o gün için gündüz gözüyle gezme fırsatımız vardı. Ve ben yine Kaleiçi'ne gittim çünkü arkadaşım orayı görmemişti. Hava mükemmeldi, Kaleiçinde çektiğim tek fotoğraf da bu sevimli mi sevimli kedicikti. Boynunda boncuk tasması vardı halıların üzerine sere serpe yatmıştı.
Pazartesi zaten eğitim programı başladı ve gündüzlerimiz doldu. Dün akşam grupla çıkma planı yapıldı ancak "nerde çokluk, orda bokluk" sözünü bir kere de biz doğrulamış olduk. Kimimiz gezmek, kimimiz bir mekanda oturup bir şeyler içmek istedi, gereksiz yerlerde uzun molalar verildi, gruptan kopanlar beklendi derken grubu gezmek isteyenler ve oturmak isteyenler şeklinde ikiye böldük. Oturmak isteyenler grubuna dahil olarak, gidilen mekanı hiç hazetmedim. Ve dönüş yolu tam bir işkence şekline büründü. Üniversite yurdu misali girişlerimiz saat 23:00 la sınırlanınca, saat 21:00'da kalktık ve bir saatlik otobüs yolculuğuyla -üstelik sıkış tepiş bir otobüste ayakta- döndük. Herkesin mutsuz olduğu bir grup gezmesiyle giriş yaptık yurt görünümlü tesisimize.
Bu fotoğraf da gece gezmesi Kaleiçi'nden. Böylece son bir ayda Kaleiçini 4.kez ziyaret etmiş oldum. Bisiklet ne kadar fotojenik bir alet değil mi? Sarmaşıkların içine gizlenmiş sokak lambasının da ağaç görünümüne bürünmüş olması da görüntüye çekicilik katmış.
Laptopumuzun bozulduğunu yazmıştım, yeni bir laptop aldık, yıllar sonra gelen burs paramla. İyi ki yanımda getirmişim, akşamları film izliyorum, Sims oynuyorum. Asosyal bir insan olarak yemek yedikten sonra odama çekilmek bana daha huzurlu geliyor. Aynı kendim gibi bir oda arkadaşı da bulmuş olmaktan ayrıca memnumun. Aynı zamanda iş yerinde nadir sevdiğim ve anlaştığım bir insanla aynı grupla gelmiş olma şansı da sevindirici bir olaydı benim için. Yoksa bu bir hafta pek de iç açıcı geçmeyebilirdi. Gereksiz konuşmayan, kalabalık sevmeyen, sevimli bir kız kendileri. Çok konuşmuyor olması bile sevmem için başlı başına bir sebep aslında.
Kaldığımız tesis, kurumumuzda amirimiz konumundaki kişilerin yaz aylarında faydalandığı bir tesis. Odalar çok çok iyi olmasa da, yemekler fena değil. Bir ayda ikinci açık büfe vakasıyla bünyem yağ depolamaya devam ediyor. Kış aylarına güvenerek ben de yedikçe yiyorum. Ama kilo aldığım gerçeği fazlasıyla moralimi bozuyor. Döndüğümde bu gidişe bir dur diyeceğim, söz.
Geldiğimiz günle bugün arasındaki hava değişimi bu şekildeydi. Yine de şanslıyız, geçen hafta çok berbatmış Antalya. Çok sevdim ben Antalya'yı. Doğasına bayıldım, özellikle Beydağlarının görünümüne ve falezlerine.
150 kişilik grupta öyle tipler var ki... Kızın biri her gün öğlen ve akşamları farklı olmak üzere dikkat çekici renklerde mini etekler ve acayip ayakkabılar giyiyor. Saçlar çiğ sarı tabi ki belirtmeme gerek dahi yok :) Bu tip organizasyonlar, sanırım bekar insanlar açısından büyük bir nimet. Bekar erkekler gözleri fıldır fıldır dönerek sosyalleşmeye çalışırken bekar kızlarımızdan bazıları da bu şekilde dikkatleri üzerinde topluyorlar. Takdir ettiğim bir azmi var kızcağızın. Sabahın köründe düğüne gider gibi giyinip makyaj yapıyor, en az 10 cm topuklularla fink atıyor, akşam yemeklerinde kostüm değiştiriyor.
Sylvia Plath "Günlükler" e başladım. İyi şeyler okudukça yazmaya utanır hale geliyorum. Sonra "burası benim günlüğüm, edebi bir iddiam yok ki" diyerek devam ediyorum :) Güzel yazan insanlara büyük hayranlık duyuyorum.
Uçakta Dalyan'ı ve İztuzu plajını gördüm tepeden, hayran kaldım. Yeryüzünü uçaktan izleyince çok acayip şeyler hissediyorum, ne kadar küçük ve değersiziz. Bu kadar küçük ve değersizken nasıl da harap ediyoruz her şeyi.
Böyleyken böyle durumlar. Yazışırız yine :)
Antalya çok güzel gözüküyor. Keyfinin yerinde olmasına sevindim.
YanıtlaSilAyrılık da bazen çok güzel gelebilir insanın kendi hayatına..
Yaz arada lütfen :)
Antalya çok güzel bir yer gerçekten.
SilYazmaya çalışıyorum ama bu kadar oluyor :)
Güzel insan,güzel yazıyorsun ki her gün ne yazmış diye bakıyorum:))
YanıtlaSilO senin güzelliğin Ayşe :) Senin yazdıkların yanında benimkilerin lafı olmaz.
SilBen o küçüklük hissini Munzurlar'a bakarken yaşadım. Sırf o yüzden, arabayı kenara çekip, bakınmışlığım vardır.
YanıtlaSilKorkutucu ama güven de verici bir his.
Bir de deniz mevsimi gitseydiniz, o kızın hali ne olurdu bi düşünsene!?!? :))
Offf, offf yaz olsaydı hayal bile edemiyorum :))
SilAy nihayet bir ses verdin yani, ne blogda ne ig de göremeyince uzun zamandır, merak etmeye başlamıştım. Neyse keyfinin yerinde olmasına sevindim. Ve o yemek yapmayı sevmeme kısmına da katılıyorum :) Hayat hep her şey dahil ve açık büfe olsa keşke :)
YanıtlaSilAynı şeyi arkadaşla konuştuk dün. Keşke öyle olsa Burcu :)
SilGökyüzüne bak, tek bulut yok! Bu şekilde gökyüzü görmeyeli sanırım 4 ay oldu.. Güneşi bile görmeyeli - bulutlar arasından- bir iki hafta oldu galiba.. Hay Allahım.
YanıtlaSilMemleketimiz o açıdan gerçekten cennet yaa. Bugün sahile gittim öğle arası, ruslar güneşi görünce denize girmişler, biz de üstümüzde montlar onları izledik :)
SilAz insan, öz insan felsefemizi benzettim çok, ben de iş seyahatlerinde odasına döneceği anı kollayanlardanım :)
YanıtlaSilAyrıca o kediyi yerim!
Sevgiler,
Deniz
Ders bitti odama koştum hemen bak :)
SilSevgiler benden...