30 Eylül 2013 Pazartesi

Üzüm pusuda :)


Sabahın ilk ışıklarıyla kuşlar cıvıldamaya başladığında, bizimki balkona bayılır. Tam köşeye geçer, pozisyonu alır. Pusuya yatar. İşi ne kadar ciddiye aldığı zaten fotodan da belli :) Balkonun önünden kuş geçmeye görsün, bir o yana bir bu yana sürünme pozisyonunda deliye döner. Namussuz kuşlar da benim yavrumla dalga geçmeyi pek seviyorlar. İnadına yapar gibi önünden önünden uçup ötüyorlar. 

Üstelik bir seferinde yakaladı da zavallı kuşun birini. Sabah uykumuzdan bir kuş ciyaklamasıyla uyandık, koştum hemen bir baktım bizimkinin ağzında kuş içeri geliyor koşarak. İçeri aldı bıraktı kuşu ağzından. Kuş sanırım şokla hareket etmedi. Eyvah dedim, zavallıcık ölmüş. Elime almaya kalkmamla kuş uçtu. Bizimki de peşinden tabi. İçeri getirmek de maksat, kuşla oynamak. O uçacak, bu onu kovalayacak, ta ki zavallı hayvan ölene kadar. Tabi ki müsaade etmedim. Zavallı kuşu bizim avcının elinden kurtardım. Neyse ki uçtu gitti garibim. Bizimki de peşinden bakakaldı ve tabi bize baya sinirlendi. 

İşte balkondaki bu pozisyonla dakikalarca hareketsiz duruyor. Kuşun balkonun herhangi bir yerine konmasını bekliyor eşek sıpası. Konunca da bir pati darbesiyle deviriyor. Öyle şişko göründüğüne bakmayın, tam bir avcıdır :) Ben balkona gittiğimdeyse sinirli sinirli bakar istifini de bozmadan. Çekil git kuşları kaçırıyorsun der gibi :) Şu bakışa bakar mısın yandan yandan... Başka yere bakarken bile gözlerini ağır ağır hareket ettiriyor deli :)) Çok komik oluyor yaa..

28 Eylül 2013 Cumartesi

Home (Yuva) Belgeseli



yuva


Bu belgeseli tüm insanlık izlemeli. Hatta herkese zorla izletilmeli. İnsanın yıkıcılığı, yok ediciliği, ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi. 4 milyar yaşındaki dünyada, insan 200 bin yıldır sahnede. Ve yaklaşık 70 yılda müthiş bir hızla tükettiğimiz dünya. Milyonlarca yılda oluşmuş bütün birikimleri son 100 yılda tüketme noktasına getiren insan. Kendi açgözlülüğüyle, her şeyin kendi için var olduğuna dair kibirli düşüncesiyle, her şeyi tüketen, yok eden insan. 

Şöyle bir söz var belgeselin içinde, "doğada gereksiz ve zararlı diye bir yoktur." Aslında doğada zararlı tek canlı insan. Sadece kendi sonumuzu hazırlamıyoruz. Bizimle beraber tüm canlı hayatını bitiriyoruz. Ve bunu bizler, yani şu an yaşayan nesil yapıyor. Bizler 4 milyar yaşındaki dünyanın sonunu hazırlayan nesiliz. Ne kadar üzücü...

Öyle çarpıcı rakamlar var ki, bazılarını paylaşmak istiyorum;
  • Yeryüzünde her dört kişiden biri, 6000 yıl öncesinin imkanlarıyla yaşıyor. Yalnızca doğanın mevsimden mevsime sağladığı enerji ile yetiniyor. Tam 1,5 milyar insan bu şekilde yaşıyor. Bu sayı, tüm zengin ülkelerin toplam nüfusundan bile çok.
  • Son 60 yılda dünya nüfusu neredeyse 3’e katlandı. 2 milyardan fazla insan şehirlere taşındı.
  • Hayatında belki bir kez bile otlak göremeyecek olan hayvanlar, daha günlük yaşama alışamadan et imalatının hedefi oluyor. Ortaya çıkan tablo şu: 1 kilo patates üretmek için 100 litre, 1 kilo pirinç üretmek için 4000 litre, 1 kilo sığır eti üretmek içinse 13.000 litre su gerekiyor. Üretim ve nakliye aşamasında gereken petrol de cabası.
  • Dünya nüfusunun %20’si, ayrıcalıklı bir güç olarak görülen mineral kaynaklarının %80’ini tüketiyor. Madencilik, yeryüzündeki hemen hemen tüm rezervleri, 100 yıl sona ermeden tüketmiş olacak.
  • 500 milyon insan, çöllerde yaşıyor. Bu, tüm Avrupa nüfusunun toplamından daha fazla. Çöllerdeki insanlar, kuyularda artık fosil su durumunda bulunan yağmur suyuna muhtaç. Yani, 25.000 yıl önce yağan yağmur suyuna. Ancak fosil su, yenilenebilir bir kaynak değil. Mevcut fosil su rezervleri ise ciddi oranda tükenmiş durumda.
  • Dünyanın en büyük yağmur ormanı olan Amazon, 40 yıl gibi kısa bir sürede %20 oranında küçüldü. Bu %20’lik kısım, yerini hayvan çiftliklerine ya da soya fasülyesi tarlalarına bıraktı. Üretilen soya fasülyelerinin %95’i ise, Avrupa ve Asya’daki çiftlik ve kümeslerde kullanılıyor.
  • Dünya zenginliklerinin yarısı, tüm dünya nüfusunun %2’sini oluşturan zengin kesimin elinde. 
  • Kuzey Kutup Bölgesindeki buzul, son 30 yılda yüzey genişliğinin %30’unu kaybetti. Grönland’ın giderek ısınması, kıtadaki tatlı suyun tümünün tuzlu suya karışmasına neden oluyor. Halbuki Grönland’ın buzulları, yeryüzündeki tüm tatlı suyun %20’sini oluşturuyor. Buradaki buzullar tamamen erirse, deniz seviyesi 7 metre yükselecek. Buzullar üzerinde şimdiden göller oluşmaya başladı bile. Buradaki erime, en iyimser bilim adamının tahmininden bile daha hızlı gerçekleşiyor. Buradaki erimenin nedeni, dünyanın başka bölgelerindeki sera gazının salınımı.
  • Her gün 5000 kişi, kirli içme suyu nedeniyle ölüyor. 1 milyar insanın ise, temiz içme suyuna ulaşma imkanı yok. 1 milyar insan, aç geziyor. Ekilebilir alanların %40’ı, uzun vadeli hasar gördü. Her yıl, 13 milyon hektar orman yok oluyor. Her 4 memeliden biri, her 8 kuş türünden biri ve her 3 amfibiden biri yok olma tehdidi altında. Canlı türleri, normalden 1000 kat daha hızlı ölüyor.
Düşünsenize, bir milyar insan aç, her gün binlercesi açlıktan ölüyor ve bizler tarım ürünlerimizin ve su kaynaklarımızın çok büyük bir oranını nereye harcıyoruz, hayvan yemine. En endüstrisi tarafından et tüketiminin insan sağlığı için zorunlu olduğu safsatası körüklenirken, hem tarım hem de su kaynaklarımızın büyük bölümünü hayvan yemi için harcıyoruz. Et üretimine ayrılan tarım ürünleriyle dünya üzerinde açlık kalmaz. Bunun dışında salınan karbon da cabası. Dünyayı en çok kirleten şey hayvancılık. Et endüstrisi. Bu iş sanayileştiğinden beri hem dünyaya zarar veriyoruz, hem sağlığımızdan oluyoruz, hem de bizim dışımızdaki tüm türlere inanılmaz işkenceler yapıyoruz. 

Ekşi sözlükte bu belgeselle ilgili yorumları okurken audile rumuzlu kişinin çok hoşuma giden bir yorumunu okudum, şöyle yazmış;

"bazen kendi küçük dunyamda kurdugum tum "buyuk" hayallerimi siktir edip gercekten anlamli bir seyler yapmak istiyorum. sadece benimdir boyle hisseden belki, ama acikcasi pek de sanmiyorum. su lanet olasi modern dunya ve icine dustugumuz sonu gelmeyen anlam yukleme/yaratma savasindan siyrilacak gucu bir bulabilsem.. ama biliyorum anca buraya gelip 2 satir yazicam. gorsellerin, arkada calan muzigin ve zekice duzenlenmis scriptin etkisi gecene kadar bu kahramanligim. gidip greenpeace'e falan uye olmicam mesela yarin. ha olsam da kendimi tankerlere baglamiycam muhtemelen. ya da daha basitinden su geri donusum olayina eskisinden biraz daha duyarli olmayi basarabilecek miyim acaba. yakin tarihe donup bakip da ne ayip ne ayip dedigimiz, ozunde senden benden degilmis gibi tek bir millete sorumlulugunu pasladigimiz su auschwitz muhabbetinden pek de oyle farkli olmayan, "et yetistirme" kamplarini gordugum halde vejetaryen ya da en azindan daha bilincli bir "yiyici" olma cabalarim ne kadar basariya ulasacak mesela.... ya yani her birimiz o kadar o kadar kendi gotumuzun derdindeyiz ki.parazitik ozanlariz hepimiz ciddiyim. irony diyordum ya hah iste. anlatacak bir oykumuz olabilmesi icin illa yok etmemiz gerekiyor. modern insan, modern toplum, modern teknoloji, modern mimari.. insanlik tarihinin zirvesi.. gotumuze girsin."


Herkes tek başıma benim ışıkları kapatmamla, çöpleri ayırmamla, otobüse binmemle, et yemememle ne olur diye düşünüyor. Herkes böyle düşünüp de hiçbir şey yapmayınca, hiçbir şey değişmiyor tabi. Hepimiz kendi tercihlerimizi, yaşam biçimimizi değiştirerek başlamalıyız işe. Bizim tercihlerimiz ve yaşam biçimimiz yüzünden bu haldeyiz şu anda. Bilinçli tüketici olmakla başlamalıyız. Aldığınız ürün nerden geliyor, market rafına gelene kadar kaç km. yol katetti. Hangi koşullarda üretiliyor? 

Belgeseli gittikçe artan bir tempoda, müthiş müzikler ve olağanüstü görüntüler eşliğinde izliyorsunuz. 54 ülkede, 217 günde çekilmiş.  Tablo gibi görüntüler. Sonlara doğru yaklaştıkça nabzım arttı, sinirim bozuldu. 

Özetin özeti şu cümleyle anlatılabilir : Güzelim dünyanın içine ettik. 

25 Eylül 2013 Çarşamba


Zillim :)

Bonsai Karaçam tohumum

karaçam

İşte benim minik tohumumun mucizevi değişimi. Tohum tam tepede duruyor şu anda. Yarına o da düşer sanırım. Her gün değişimini izlemek inanılmaz keyifli. Bu arada iş yerinde bir tek benim tohum tuttu :) Diğerleri sizlere ömür. Bu fotoda net görünmese de yanında da mini mini bir yaprakcık çıktı, o nedir bilmiyorum. 

Zilli kızı görürsem bugün fotoğraflarını çekicem, onları da koyarım.

23 Eylül 2013 Pazartesi

Çoooook mutlu haberler :)

Bugün çok mutlu başladım güne. Devamı da gelir umarım. Sabah Zilli'mi gördüm, dönmüş. Nasıl mutlu oldum, anlatamam, sevdim, bacaklarını kontrol ettim. Kuyruk salladı, salına salına yürüdü peşimden yine. Ayy içim içime sığmıyor. Kuzum yaşıyor. 2 gün geçti üstünden. İç kanaması olsa şimdiye ölürdü diye düşünüyorum. Eğer bu konuda bilgili birileri varsa yanılmadığımı teyit ederse sevinirim. Kırığı da yok kontrol ettiğim kadarıyla. Ama keyifsiz, biraz durgun. O da sanırım çarpmanın etkisiyle vücudunda oluşan ezik ve çürüklerden kaynaklanıyor. Onun dışında sapasağlam görünüyor. 

Eşim yeni yerinde başladı. Bugün beraber geldik işe uzun zaman sonra ilk defa. Onun mutluluğu da var.

Ayrıca bonsai tohumu almıştı müdürüm. Hepimiz diktik saksılara, dört gözle çıkmasını bekliyorduk. Arkadaşın çıkmıştı, müdürümle ikimizinkinden ses yoktu. Sabah bir baktım o da çıkmış. Arka arkaya mutluluk delisi oldum sabah sabah. Sırıtarak dolaşıyorum şu anda.


22 Eylül 2013 Pazar

Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş - Jose SARAMAGO

jose saramago

Kimse ölmese nasıl olurdu? Ölüm birden can almayı bıraksa, her doğan sonsuza kadar yaşasa? Saramago, bu kitabında bunu sorguluyor, yine kendine has müthiş anlatımıyla. 

Bir gün ölüm bir ülkede tüm faaliyetini durdurur. Kimse ölmez. Bu durum sürdükçe işler karışır. Tüm düzen alt üst olur. Devlet düzeni sağlamakta yetersiz kalır, emekli maaşları devlet bütçesini kat be kat geçer. Hastanelerde, huzur evlerinde yer kalmaz. Sigorta şirketleri, mezar levazımatçıları batmak üzeredir. Kilise ölümün yok olmasıyla epey zor durumlara düşer. Düşünsenize, sürekli artan bir nüfus, kimse ölmüyor. Ne açıdan bakarsanız bakın tam bir çöküş yaşanırdı. 

Peki öleceğiniz bir hafta öncesinden size bildirilseydi? Böyle ilginç sorular sorup, güzel kurgularla sorgulatan biri Saramago.

Ölüm olmasaydı, dinler olur muydu dersiniz? Öteki dünyaya odaklanmış bir inanç sistemi çöker miydi? Saramago, kilisenin böyle bir durumda takındığı tavrı, hükümetin ekonomik ve sosyal konularda aldığı önlemleri öyle güzel anlatıyor ki. Saramago'nun dilini, anlatımını çok beğeniyorum. İnsanı, fırtınadaki yaprak misali oradan oraya sürüklüyor. Çok da eğlenceli bir anlatımı var. 

Benim kitabım kırmızı kedi yayınlarının basımı. Kitabı okumadan önce arka kapağı okumayın derim, çünkü bence bu konuda büyük hata yapılarak kitabın sonu hakkında fikir veriyor. Tek bir cümleyle artık sonunu bildiğiniz kitabı okumayı sürdürüyorsunuz, bu da biraz tadını kaçırıyor. 

Jose Saramago'yu seviyorum. Bu kitabını "İsa'ya göre incil" ya da "Kabil" ya da "Körlük" kadar beğenmesem de mutlaka okunmalı diyorum. Ölüm hakkında sıkça düşünürüm aslında. Bu kitabı okurken daha da çok düşündüm ve şöyle bir sonuç çıkardım: İyi ki varsın ölüm :) 

Kitaptan, kitabı anlatan güzel bir alıntıyla bitireyim;

"En nihayetinde, ölüm konusunda da tanrı hakkında da anlatılanlar hikayelerden ibarettir; bu anlattığımız da o hikayelerden biridir."

20 Eylül 2013 Cuma

Zilli kızım


Bu kız benim zilli kızım. İş yerimizin orada bebekliğinden beri baktığımız köpek. Minicikti, çok oyuncuydu. Zilli adını koydum. Kocaman bir kız oldu, anne oldu. Kışın ortasında doğum yapacağı için kulübe yaptırdık ona, 4 tane bebeği oldu. Sahiplendirdik. Doğumdan sonra kısırlaştırdık. Her sabah karşılardı beni bu güzel bakışlarla. Miskin mi miskin olmuştu. Kısırlaştırıldıktan sonra da çok şişko oldu zaten. Bu sabah görmedim yerinde. Endişelendim, boşa da çıkmadı endişem. Simitçimiz söyledi Zilli'ye araba çarptı sabah dedi. Araba çarpmış ve hiç durmamış bile. Buna hiç şaşırmadım zaten. Zilli korkudan ayağı aksayarak kaçmış gitmiş. Etrafa bakınmışlar ama görememişler. Ben de dolaştım sokakları. Yoktu. Herkese haber verdik. Görürseniz mutlaka haber verin, veterinere götürmemiz lazım diye. Öğlen arasında hepimiz aramaya çıktık. Ama yok. Maalesef yok. Bulamadık. İç kanama mı geçirdi, bi yerde kaldı mı bilmiyoruz. Umarım bir vicdan sahibi veterinere götürmüştür diye umuyorum. 

Bazıları için insanlar dışında hiçbir canlının önemi yok. Yola bir köpek, kedi çıksa frene dokunmayan insanlar var. Onların da canı, duyguları var. Onlar da acı çekiyor. Ne olur onlar için de frene basın. 


Şimdi nerdedir? Ne durumdadır? Onu düşünmeden edemiyorum. Bir yandan ölseydi, bulurduk, birisi veterinere götürmüştür diye düşünüyorum, bir yandan da aklıma çok kötü şeyler geliyor. Lütfen yaşıyor olsun. Lütfen vicdan sahibi bir insan onu veterinere götürmüş olsun. Lütfen pazartesi sabah gittiğimde her zamanki yerinde uyuyor olsun. Beni görünce yine kuyruk sallasın. 



19 Eylül 2013 Perşembe

Hafiflik...



Eşimin işiyle ilgili sıkıntısından biraz olsun bahsetmiştim. 1,5 yıldır sürekli sıkıntı, stres yaşadık. Her gün yeni bir sorunla başetmek zorunda kaldı. Psikoloğa gitti, ilaç kullandı. Çok uğraştık görev yerinin değişmesi için, hep sonuçsuz kaldı. En sonunda oldu. İlçeden İzmir'e gelicek pazartesi gününden itibaren. Dilediğimiz gibi olmasa da oradan kurtulması bile çok sevindirici. Mutluyum, mutluyuz ama yine bir belirsizlik, yine beklentiler devam ediyor. Umarım bundan sonrası hak ettiği gibi olur. 

Devlet kurumlarında işleyiş şudur; sorumluluğunu bilen, çalışkan ve işini düzgün yapan insanın tepesine biniyorlar. Her türlü işi üstüne yüklüyorlar. Nasıl olsa altından kalkar, becerir, mantığıyla. İş yapmayan, bütün gün laklak eden insana ise iş falan verilmez. O yapamaz diye düşünülerek, bir nevi mükafatlandırılır. İşini yapan en zor, en batmış birimlerde çalıştırılır, çalışmayan kesim ise, istediği birime verilir, daha az yoğun yerlerde çalıştırılır ve iş dahi verilmez.  

Eşim iş konusunda oldukça titiz ve çalışkan olduğu için maalesef birinci gruptakiler gibi işler üstüne bindikçe bindi, sorumlulukları arttıkça arttı. Altından kalkamayana kadar. Öyle çalışan bir adamı kim başka yere vermek ister. Tabi ki vermek istemediler. Bulmuşlar böyle çalışan birini, bırakırlar mı? Neyse en sonunda tam istediğimiz gibi olmasa da kurtulduk. Hafiflefik. Şimdi içimizde bir belirsizlik havası. Umarım yeni yeri sorunsuz olur. Umarım hak ettiği gibi amirlerle ve memurlarla çalışma imkanı olur. Eşim bunu gerçekten hak ediyor.

Eşime not; Canımın içi, bu 1,5 yıl, orada yaşadıkların, senin için, iş hayatın için çok büyük bir tecrübe alanı oldu. Çoğu olumsuz bir sürü olay yaşadın. Hayatımızın olumsuzlukları, ileride yaşayacaklarımız için tecrübe olsun. İnsanlara karşı çok iyi niyetlisin. İnsanların bir çoğu kötü, sinsi, ikiyüzlü ve çıkarcı. Baştan herkese mesafeli davransan, iç yüzlerini gördükten sonra, hakettiği değeri versen, daha az üzülürsün canım benim. Yeni iş ortamında da, yaşadığın tecrübeleri kullan. Umarım hak ettiğin gibi olur bundan sonrası. 

16 Eylül 2013 Pazartesi

Üzüm'den kareler...



Mini minikken Üzüm kızım...


Çoook yaramazdı. Cin gibi bakışa bak :)


Bu da ergenliğimizden bir kare :) Kuyruk tüylerimizin gelişimi şaşırtıcı ;)


Bu gece özel kuyruk çekimi yapacaktım Resimli Günlük'ün şu güzel kuyruğuna karşılık. Ama yapamadık. Geçmiş zaman kuyruğuyla idare edin :) 


Şu asil duruşla da öldürücü darbeyi vuralım. Havamızı atalım :)

15 Eylül 2013 Pazar

Kitaplar ve Sigaralar - George ORWELL


Hayvan Çiftliği ve 1984'ten sonra üçüncü Orwell kitabım. Bu diğerlerinden farklı olarak yazarın kendinden de epey bahsettiği makalelerden oluşuyor. 7 bölümden oluşuyor. Bölümler şöyle:
  • Kitaplar ve Sigaralar
  • Kitapçı Anıları
  • BirKitap Eleştirmeninin İtirafları
  • Yazının Korunması
  • Ülkem Sağ mı Sol mu?
  • Yoksulların Ölümü
  • Ne günlerdi!
En çok etkilendiğim bölüm son bölüm. Bu bölümde yazar çocukluğunu geçirdiği yatılı okuldaki günlerini anlatıyor. Okurken bile içinize karanlık bulutların çörekleneceği türden bir okulda geçen çocukluk anıları. 

119 sayfadan oluşan kitap Orwell'ı daha yakından tanımak isteyenler için güzel bir kaynak. 
* Totalitarizm, bir inanç çağından çok bir şizofreni çağı vaat eder. Toplum, yapısı belirgin bir biçimde yapay hale gelince; yani yönetici sınıfı işlevlerini kaybetmesine rağmen güç kullanarak ya da sahtekarlıkla iktidara tutunmakta başarılı olunca totaliterleşir. Böyle bir toplum ne kadar uzun var olursa olsun asla ne hoşgörülü olabilir ne de entellektüel açıdan istikrarlı. Asla ne olayların gerçeğe uygun bir şekilde kaydedilmesine ne de yazınsal yaratımın ihtiyaç duyduğu duygusal samimiyete izin verir.

* Tanrılar kıskançtır ve şansınızın yaver gittiğini onlardan saklamanız gerekir.

* Erdem; kazanmaktan, diğer insanlardan daha büyük, daha güçlü, daha yakışıklı, daha zengin, daha popüler, daha zarif, daha vicdansız olmaktan, hükmetmekten, zorbalık etmekten, açı çekmelerine yol açmaktan, onları gülünç duruma düşürmekten, ne şekilde olursa olsun onlardan daha iyisini elde etmekten ibaretti. Ebediyen kazanmayı hak eden ve hep kazanan güçlüler ve kaybetmeyi hak eden, hep kaybeden güçsüzler olacaktı. 

* Hüküm süren normları sorgulamadım, çünkü görebildiğim kadarıyla onların yerini alacak normlar yoktu. Nasıl olur da zenginler, güçlüler, gözdeler haksız olabilirdi? Tanrıyı sevmeniz gerekiyordu, ve ben bunu sorgulamadım. Yaklaşık 14 yaşıma dek tanrıya ve hakkında söylenenlerin doğru olduğuna inandım. Ama onu sevmediğimin tamamen farkındaydım. Tıpkı, İsa'dan ve İsrailoğullarının atalarından olduğu gibi ondan da nefret ediyordum.

* Dua kitabı tanrıyı sevmenizi ve ondan korkmanızı söylüyordu, fakat korktuğunuz birisini nasıl sevebilirsiniz?

* Param yoktu, güçsüzdüm, çirkindim, popüler değildim, geçmek bilmeyen bir öksürüğüm vardı, korkaktım ve kokuyordum.  Sevimsiz bir çocuktum. Başarılı olmanın benim için olanaksız olduğu kanaati o kadar derine işlemişti ki, yetişkinken de uzun süre eylemlerimi etkilemeye devam etti. Aşağı yukarı 30 yaşına gelene kadar yalnızca yaşamımı her zaman bütün büyük girişimlerimin başarısızlığa mahkum olduğu varsayımıyla planlamakla kalmadım, aynı zamanda ancak birkaç yıl daha yaşayacağım beklentisini de hesaba kattım.

12 Eylül 2013 Perşembe

Atatürk ve Pietro Canonica


Bu kitap elime tesadüf eseri geçti. İşyerinde müdürüme eski bir tanıdığının gönderdiği kitaplar arasındaydı. 64 sayfadan oluşan kitap (kitapçık demek daha doğru aslında) türkçe ve italyanca metinlerden oluşuyor. 

Öncelikle kimdir Pietro Canonica? İtalyan bir heykel sanatçısı. Ankara Etnografya Müzesinin önündeki Atlı Atatürk heykelini, Ankara Zafer alanındaki Atatürk heykelini, Taksim Cumhuriyet Anıtını, İzmir Cumhuriyet Meydanındaki Atatürk heykelini yapan kişi. 






Kitabın oluşum süreci şöyle anlatılıyor;
"1982 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin Roma Büyükelçisi Sayın Hâmit Batu'dan gelen bir yazı ile İtalyan heykel sanatkârı Pietro Canonica'nın dul eşinin elinde kocası ile ilgili bazı notlar bulunduğu ve bunları yayınlamağa hazırlandığı bildiriliyordu. Bu hatıralardan Atatürk ile ilgili olan bölümün türkçe olarak Türkiye'de basılmasının faydalı olacağı hatırlatılıyordu. Büyükelçi Hâmit Batu ile yaptığımız yazışmalar sonunda elde ettiğimiz malzemeyi biraraya getirmek suretiyle bu araştırmamız meydana geldi. "

Canonica'nın, Mussolini'ye Türkiye'nin o dönemdeki durumunu ve Atatürk hakkındaki görüşlerini rapor olarak göndermesinden, Türkiye'ye böyle bir rapor hazırlamakla görevlendirilmiş olabileceği fikri de yazılmış. Mussolini'ye yazdığı rapor da kitapta mevcut. Pietro Canonica, Türkiye'de gördüğü yerleri, insanların yaşayışlarını, Atatürk hakkındaki izlenimlerini ve İstanbul'da yaşayan İtalyanların durumlarını yazmış. O dönem Türkiyesine ve Atatürk hakkındaki izlenimlere dışarıdan birinin gözleriyle bakmak isteyenler için güzel bir kaynak(cık). Cık diyorum çünkü gerçekten çok kısa bir kitap. Yarısı da İtalyanca. Ama dikkate değer ve okunması gereken bir kaynak. 

Okuduktan sonra internette yaptığım araştırmada kitabın maalesef pek de bulunabilir olmadığını gördüm. Çünkü basımı yok. Ancak ikinci el kitap satan yerlerde bulabilirsiniz. 

Atatürk'ün kıraç Ankara toprağında tarımı iyileştirmek adına yaptıkları yazıyor. "Biz Türkler, asırlar boyu yıkıp dökmekten başka bir şey bilmedik, artık, endüstrinin ve tarımın her dalında çalışmasını ve yaratmasını öğrenmeliyiz" diyor Canonica'ya.  

  • "Bu insanların, sefalet ve acı içerisinde yaptıkları şeyler düşünülecek olursa, mucizeler yarattıkları için hayranlık duymak gerekir. Cahil ve her yeniliğe karşı olan bu halk, birkaç yıl içerisinde 3800 okul, binlerce kilometre demiryolu inşa etmiştir."
  • Sivas'a gitmek için yolda arabanın bozulmasıyla bir gece kalmak zorunda kaldığı yerde yaşadıklarını anlatır ve şöyle yazar notlarına; "Bir yabancıyı misafir etmenin görev olduğunu ve bu misafirperverliği, çok büyük bağlılık duyguları ve muzaffer diye nitelendirdikleri, kurtarıcıları, babaları Gazinin heykellerini yapmış bir kişiye göstermenin mutluluk verdiğini söylediler. Gazi gerçekten onların kurtarıcıydı ve onlar da kendisine tapıyorlardı."
  • Gazi, ülkesinin geleceğini daha iyiye götürecek tarım, sanat ve her türlü konuyla yakından ilgileniyor, hemen hemen her gün, toprağın en modern ve geliştirilmiş metodlarla işlendiği çiftliğine gidiyor. İdeali, ilmin her dalında çağdaş bir zihniyet ve modern araçlarla ülkesini değiştirmek. Asırlarca utanç verici bir biçimde sömürülüp ihmal edilen, bu fakir ama kuvvetli ve yürekli halkın düşünce tarzını değiştirmek amacı ile, görünüşte çok az önem taşıyan şeylerde bile gelenekleri yıkmak, kötü geçmişi tamamiyle yok etmek zorunda kaldığını belirtiyor. Okul ve üniversiteler kurmak için, ilim, endüstri, sanat vs.alanlarında en iyi eksperlere sahip olmak istiyor.
  • Yabancı milletler tarafından gerçekleştirilebilecek bir askeri işgal endişesi, Türkiye'de Milli Savunma bütçesine devlet bütçesinin yüzde altmışını tahsis etmeyi gerektiren özel bir durum yaratmış.
  • Kemal paşa, sade bizim Lombardia ve Piemento bölgelerinin eski asil askerlerine benzeyen davranışlarıyla çok seçkin bir insan. Az konuşuyor, derin ve kesin cevaplar veriyor, çok düşünüyor ve izliyor. İnsanları, büyük enerjisini yansıtan ve  nüfuz eden gözlerle inceliyor. Fizyonomisi o an içinde bulunduğu hislere göre bazen emir verici bir görünüme, bazen de insanı duygulandıran, adeta çocuksu tatlı bir havaya bürünüyor. Merhamet dolu bir insan. Çok acı çekmiş olduğu anlaşılıyor. Aciz kimselere karşı sevgi duyuyor, önemli bir kişi havası takınmıyor. Tüm aile fertleriyle konuşuyor, şakalaşıyor. 

Eserlerinden bazıları... Ben bayıldım. Taşa ruh vermiş resmen.



11 Eylül 2013 Çarşamba

Çocuk Gelin



"Yemen'in güneyinde bulunan Hardth şehrinde, daha 8 yaşında bir kız çocuğu, 40 yaşından daha büyük bir adamla evlendirildirildiği gece, vajinası ve iç organlarındaki yaralanmalar nedeniyle hayatını kaybetti. Yemen'de kız çocuklarının üçte biri, 15 yaşına gelmeden evlendiriliyor."

Bugünkü Hürriyet gazetesinin 5.sayfasındaki küçük bir haber. Okuduğumda tüylerim diken diken oldu, midem bulandı. Bu nasıl bir vicdandır, bu nasıl bir ahlaksızlıktır. Müslüman ülkelerde yaşanan bu kepazeliğin ahlaksızlıktan, sapıklıktan başka bir açıklaması olabilir mi? Nasıl bir anne-baba kızını daha 8 yaşındayken 40 yaşındaki bir adamla evlendirebilir? Nasıl bir adam 8 yaşındaki bir kızı yatağına alıp, iç organları parçalanana kadar cinsel şiddet uygulayabilir? 

Üstelik Yemen'de 2009 yılında evlilik yaşı 17 olarak belirlenmiş ve muhafazakar milletvekilleri "islami kurallara aykırı olduğu gerekçesiyle" bu yasayı yürürlükten kaldırmışlar. 

Batsın sizin ahlak anlayışınız, kahrolsun sizin kurallarınız. Ahlak, din, iman deyip de bu kadar iğrençliği yapabilen, sonra da bunu dinim emrediyor diyen insanın dini de batsın, ahlakı da. 

10 Eylül 2013 Salı

Tesadüfen yaşamak, tesadüfen ölmek...

İşten çıkıp spor salonuna gittik. 1,5 saat kadar sonra evimize döndük. Arabamızı parkettik. Aşağı inmemizle gürültü kıyamet koptu. Önce havai fişek sandım, ama düğün falan da yoktu. Arkama baktığımda silahtan çıkan ışığı gördüm. Görmemle arabanın yanına kendimizi atmamız bir oldu. Resmen bir silahlı çatışma yaşandı dibimizde. Eşimle arabanın yanında çöktük kaldık ve bitmesini bekledik. Bitince de koşarak uzaklaştık. İlk kez böyle bir olay yaşadım ve soğukkanlılığım beni bile şaşırtı. Şu an bir sürü polis, olay yeri inceleme ekibi aşağıda detayları topluyor. Yanımızdaki apartmanın zemin katında oturanlar sanırım taraflardan biri. Sitemizin otoparkında yer kalmadığı için dışarıya park ettik. Eğer sitede yer olsaydı şu an maganda kurşununa kurban olabilirdik, çünkü sitedeki arabanın birinde feci delikler açılmış. Üstelik kasası dolu bir tüp arabasında bir sürü kurşun deliği varmış. Tüpe isabet etseydi ne olurdu, bilemiyorum. Gerçekten tesadüfen yaşıyoruz. Ne kadar dikkat edersen et, boşa. 

9 Eylül 2013 Pazartesi

Bir kez daha utanmak, insan olmaktan...




Romanya'daki oylamayı facebookta gördüm ve sabah paylaşmıştım. Biraz önce de oylamanın sonuçlandığını gördüm. Oylama sonucu %50,84 evet, %47,13 hayır. Yani buraya tıklayarak oy kullanan insanların yarısından çoğu evet, köpekler öldürülsün diye oy kullandı. Bizler nasıl canlılarız? Nasıl bu kadar vicdansız olabiliyoruz? Bir canlının yaşamı üzerinde karar verme yetkisini nasıl buluyoruz kendimizde? Bu yetkiyi, bu kararı  nasıl ve kimden alıyoruz? Dünyadaki insan dışı tüm varlıkların, bizden değersiz olduğuna, hatta bizler için varolduğu kibrine nasıl ulaştık? Aklım almıyor... Parlamento yarın bu karar için toplanacak ve bu masumların yaşamları adına son karar verilecek...

İlave :  Şimdi öğrendiğime göre oylamanın bittiği haberi yanlış ve oylama devam ediyor. Lütfen bu siteden oylamaya katılın.

Sokak köpekleri öldürülsün mü diye oylama yapmak :(

Romanya'da sokak köpeklerinin öldürülmesi için oylama yapılıyor.Lütfen bu sitede Nu (hayır) kısmına tıklayarak oylamaya katılın. 

8 Eylül 2013 Pazar

Kör Saatçi - Richard DAWKİNS

richard dawkins


Dawkins'in okuduğum ikinci kitabı. İlki "Tanrı Yanılgısı"ydı. Çok yalın ve anlaşılır bir dil kullanarak evrim nedir sorusunu cevaplamış ve örneklendirmiş. Temel düşünce şöyle; "Yaşamı ya da evrendeki herhangi bir şeyi açıklamak için bir tasarımcının varlığını kabullenmek zorunda değiliz."

Onbir bölümden oluşan kitapta yaşamın nasıl oluştuğu, evrimin süreçlerini, örneklerle (özellikle "göz" örneğiyle) açıklıyor. 

Kitabı okurken 150 yıl önce Darwin'in ne kadar büyük bir şey ortaya koyduğunu düşünmeden edemedim. Milyonlarca yıllık evrenin oluşumu hakkında, yaradılışçı teoriler dışında hiçbir şey yokken böylesine bir teori ortaya çıkarmak ne kadar büyük bir olay. 

Bilime ve evrime inanıyorum. Bir uçağın havada nasıl durduğunu bile ayrıntılarıyla bilmesem de, uçağın uçmasının bir GERÇEK olması gibi, evrimin tüm detaylarını bilmesem de evrim de bir gerçek. Yaşamın kaynağının sade gerçeği. Yaradılışçılar böylesine muazzam bir varlık olan insanın, bu kusursuz sistemin, doğanın bu muhteşem dengesinin kendiliğinden oluşamayacak kadar mükemmel olduğunu söylerler. Bunun içinse açıklamaları Tanrı'dır. Dawkins ise onlara şu basit yanıtla cevap verir: "Böylesine kusursuz sistemi yaratan Tanrı, bu sistemden çok daha karmaşık ve mükemmel olmalı. Peki mükemmel ötesi mükemmel olan Tanrı nasıl olur da kendiliğinden oluşur?"  Bu kendi silahıyla vurulmak olmalı. 

Kitap elimde uzun süre dolandı. Kitapta denildiği gibi "okuyucuyu beynine koşu ayakkabılarını giydirmesi için uyarmak gerek." İşe gidip gelirken yolda okuduğumdan dolayı, iş çıkışlarında ve sabah kalktığımda beynime koşu ayakkabıları giydirmekte biraz zorlandım sanırım. Evrimi anlamak isteyen herkesin okumasını tavsiye ederim. Bu arada Tübitak Yayınlarının bastığı kitabı bir süre önce bulmak mümkün değildi. Çünkü Tübitak basımını yapmıyordu. Şubat 2013'de 13.basımı yapılan bu kitabı tükenmeden alın bence, bulması zor çünkü. 

Küçük bir alıntıyla bitiriyorum; 

* Çakıl taşlarıyla dolu bir kumsalda yürüdüğünüzde, çakılların gelişigüzel dağılmadığını fark edersiniz. Küçük çakıllar kumsal boyunca diğerlerinden ayrı bir kuşak oluşturmuştur; büyük çakıllar da ayrı kuşaklar halinde dizilmişlerdir. Kıyıya yakın yaşayan bir kabile yeryüzündeki düzene ilişkin bu kanıtlara bakıp meraklanabilir ve bunu açıklayacak bir söylence uydurabilir; belki de tertipli bir zihne ve düzen duygusuna sahip gökyüzündeki Büyük Ruh'tur taşları böyle sıralayan. Bu batıl inanç karşısında alaycı bir gülümsemeyle, çakılları sıralayanın amaçsız fiziksel kuvvetler, yani dalgaların etkisi olduğu yanıtını verebiliriz. Dalgaların amacı, tertipli bir zihni yoktur, aslında zihinleri yoktur. Dalgalar yalnızca çakılları bir oraya, bir buraya sürükler. Bu işleme büyük ve küçük çakıllar ayrı ayrı tepkiler verir ve kumsalın farklı bölgelerinde toplanırlar. Düzensizlikten bir miktar düzen ortaya çıkmış ve bu hiçbir zihin tarafından tasarlanmamıştır. Dalgalar ve çakıl taşları gelişigüzel olmamayı kendi kendine yaratan bir sistemin basit bir örneğidir. Dünya böylesi sistemlerle doludur.

7 Eylül 2013 Cumartesi

Keşke erkek olsaydım...


Yoruldum yaa. Kadın olmak ne kadar zor. Hep keşke erkek olsaydım der dururum. Boşa değil. Yarın bir arkadaşımızın düğününe gideceğiz. Eşimin hiçbir hazırlık yapmasına gerek yok. Düğünden yarım saat önce hazırlığı biter. Bense bugünden başladım. En başta ne giysem derdi. Kıyafetler giyilir çıkarılır. O olmaz, bu olmaz. Sonra kıl tüy mevzuları. Oranı al, buranı al. Bir sürü işkence çek. Saç problemi ayrı dert. Makyajıydı, aksesuarıydı, ayakkabısıydı, osuydu, busuydu... Öfff. Valla çok zor kadın olmak yaa. Kıllarımı yoluşturmak zorunda kaldığım her zaman acayip sinirli oluyorum. Bir insanın kendine işkence etmesi resmen. 

Hayvanlarda durum ne güzel. Onların erkekleri güzel görünmek durumundalar. Aslında insanlarda da öyle olması gerekmiyor mu? Bir yanlışlık var bu işte. Dişi seçici olduğu için erkek kendini göstermek için tüm maharetini sergiler dişiye. Hayvanlar aleminin gösterişlileri hep erkeklerdir. Ama gösterişli olsa ne yazar. Çiftleşmeden sonra çeker gider bir çok tür. Dişi tek başına kalır yine bütün sorumluluklarıyla. Doğurmak, büyütmek. Offff. Bu dünya adaletsiz. Hep erkekten yana. 

Birkaç film izlemiştim. Adını hatırlamıyorum şu an. Adamın biri bir gün kadın olarak uyanıyordu. Keşke öyle bir şey olsa. Dünyadaki tüm erkekler şöyle birkaç ay kadın, kadınlar da erkek olsa. Ne güzel olurdu. 

5 Eylül 2013 Perşembe

Et Endüstrisi - Hayvanlara Yapılan Zulüm


Görmek istemeyen gözlere, duymak istemeyenlere inat paylaşmak istiyorum. Ayy ben bunlara bakamam deyip de, her gün afiyetle et yiyen herkese izletmek istiyorum. Lütfen izleyin, izleyin ve görün milyarlarca hayvanın neler yaşadığını. Marketten aldığınız paketin içindeki et ne aşamalardan geliyor? Bilmek istiyor musunuz? Yoksa tabağınızdaki eti afiyetle yemeye devam mı etmek istiyorsunuz? 

Bu görüntülere bakamayan insanların durumu neye benziyor biliyor musunuz? Kiralık katil tutanlara. Eğer yiyeceğiniz et için kendiniz bir hayvan öldürmek zorunda kalsaydınız yapabilir miydiniz? Büyük çoğunluğun yapabileceğine inanmıyorum. Ama birileri nasılsa bu işi yapıyor. Birileri her gün binlerce hayvanı öldürüyor, kesiyor, yüzüyor, parçalıyor. Ve siz marketten sepetinize attığınız etle elinizi kana bulaştırmamış oluyorsunuz. Bulaşıyorsunuz, tercihleriniz bu sistemin devam etmesini sağlıyor.

Bunları görüp hiç etkilenmeyecek birileri var mıdır diye düşünüyorum da, kendime gülüyorum sonra. Sanki bunları yapanlar insan değilmiş gibi. İnsan... Yeryüzündeki en vahşi canlı. 

Et yerken aklınıza gelir mi bilmem. Umarım gelir. Umarım aklınızın köşesine mıh gibi çakılır. Bunları paylaşmaktan ve görmekten zevk alan bir psikopat değilim. Ama bunları gördüğüm andan itibaren ne yapabilirim diye kahrolan bir insanım. Yapabileceğim en büyük şey tercihlerimi değiştirmekti. Ve hayatımda verdiğim en doğru kararlardan biriydi et yememek. Başka ne yapabilirim? Yaşananları, yapılanları gözler önüne serebilirim. 

Lütfen izleyin ve hatırlayın.  

Videonun alt yazılı olanı vardı ancak kaldırılmış. Görüntüler her şeye yetiyor zaten, acının dili aynı.

2 Eylül 2013 Pazartesi

Yuppi, kitap odam oldu :)

Yoğun bir haftasonu tatili geçirdik. En önemlisi üstümüzdeki ölü toprağını biraz olsun atmayı başardık. Oda değişikliği demiştim, cuma günü sıvadık kolları. Tam olarak istediğim gibi yapamasam da, bir kitap odası çıkardık evden :) Aslında ben yatak odasının yerini komple değiştirmeyi düşünüyordum ama eşimi ikna edemedim. 

Bir komşumuz var, onun da yatak odası bizimkinin yanında. Bütün gece sabaha kadar, hiç durmadan horluyor. Horultusu da tahammül sınırlarını baya bir zorluyor. Adamı o an görsem yapışıcam boğazına boğuvericem yani. İnsan o kadar sinirleniyor ki. Uyuyamadıkça daha da takıyorsun kafana, bir süre sonra o ses kafanı deliyor. Ve sonra çıldırıyorsun tabi. Neyse işte onun için yatak odasının yerini değiştirmek istiyordum ama sadece giyinme ve ütü odası olarak kullandığımız küçük odayı boşaltmakla yetindik. Gardrobu yatak odasına aldık. Biraz daraldı oda ama olsun güzel oldu yine de. Böylece küçük oda bana kaldı. 

İkea'ya gittik dün. Bir kitaplık, bir masa ve bir koltuk aldık.  Masanın fotoğrafını bulamadım. Parlak kırmızı renkte bir tablası olan basit bir masa. Kitaplığımı bu şekilde dik değil de, yatay olarak kullanacağım. Daha estetik duruyor yatay.


Halı da aldık iki tane. Biri mutfağa, biri oturma odasına. Aman diyim shaggy halı almak gibi bir yanlışa düşmeyin. Biz düştük siz düşmeyin. Bütün halılarımızı, salon hariç shaggy almıştık evlendiğimizde. Temizlemek resmen ölüm. Zaten ne kadar uğraşırsanız uğraşın olmuyor. Temizlenmiyor halı. Bütün toz, kir, kıl, saç ne varsa dolanıyor o püsküllerin içine. Bir de evinizde kedi varsa amann amann. Kedi tüyü halı oldu resmen hepsi :) Onun için yavaş yavaş halıları değiştiriyoruz. Önce koridoru değiştirmiştik. İncecik, güzel desenli hem de çok ucuz yolluklar var. Onlardan almıştık, miss gibi oldu valla. Süpürgeyle bir geçiryorsun tertemiz. Şimdi de mutfakla oturma odasını değiştirdik. Kısa tüylü halı aldık ikeadan. 600 lirayı bayıldık ikeaya çıktık. 

Evde hala her yer her yerde. Tam olarak oturtamadık. Dün montajla uğraştık. Kitaplık çok kolay kuruldu. Koltuğu eşim yarıda bıraktı. Bazı parçalar oturmadı dedi. Akşam inat ettim, oturdum başına. Ellerim şişti valla ama becerdim. Eşim baya şaşırdı, eee gururu da incindi tabi. Aaa nasıl yaptın ?  :)) Zeka ve güç gerektirir bu işler :P

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...